AKLIMDAN GEÇENLER: Ekmek Parası




Herkese merhaba,

Hüseyin bey ile ilk karşılaşmamız geçen senenin Kurban bayramında oldu.
Biz eşimin ailesini ziyaret etmek için yola çıkacaktık ki, apartmanın kapısını uzun boylu zayıf bir adam açtı. İlk kez karşılaştığımız için bize kendini yeni apartman görevlisi olarak tanıttı. 
Bayramımızı kutlayıp ellerini göbeği hizasında kilitlemiş hafif eğik duruyordu.
Muhteşem Yüzyıl' daki harem ağalarının Hünkârın önünde durur gibi bir hali vardı. Ortamı yumuşatmak için elimi uzatıp "Hoşgeldiniz Hüseyin bey, yeni göreviniz hayırlı olsun" dedim. Biraz çekinerek elimi sıktı ve hafif gülümseyerek teşekkür etti. Heyecandan eşimin " Nerelisiniz?" sorusuna uzun ve hızlı bir şekilde cevap verdi. Acelemiz olduğu için fazla uzatmadan yolumuza devam ettik. Tahmin ettiğim kadar ile yaşı 60 larda, ilkokul mezunu anadolu çocuğu, ömrünü bu tip işlerde çalışarak geçirmişti.
Ailesini geçindirmek için terbiyesiz ve kibirli apartman sakinlerine katlanıp, onlar tarafından ezilerek bu duruma gelmiş gibi iz bırakıyordu. 
Ama duruşunda nedense başka birşey de seziyordum. Sanki bu göreve zoraki gelip, önceden hiç bu tür işler ile uğraşmamış ama mecburiyetten kabul edip farkettirmemek için rol yapıyormuş gibi.  Vaziyetinden utanır bir hali vardı. 
Bu beni düşündürdü. Yolculukta eşimle bu izlemimi konuştuk ama trafikten dolayı konu çabuk kapandı...

Aradan aylar geçti ve Hüseyin bey zamanla gerginliğini üstünden attı ve ayaküstü muhabbetlerimiz apartman sorunları vs etrafında döndü. İnce bir insan olduğunu her fırsatta yardımları ile gösteriyordu. Evde olmadığımızda kargoyu teslim alıp bizim için muhafaza eder, elimdeki poşetleri alıp daire kapımıza kadar taşır ve kızımla başarısız uçurtma deneyimlerimize koçluk edip uçmasını sağlar gibi bir çok görevine dahil olmayan şeyler ile sevgimizi kazandı. Ama kızının nişanına tüm apartman sakinlerinden bir tek bizi davet etmesi beni yine de şaşırttı. 

Bir gün bunu  sebebini sorar oldum ki gözleri doldu :
"Gamze hanım, eşiniz ile bana gösterdiğiniz samimiyetin karşılığı olarak sizi davet ettim. Yanlış anlamayın ben bu özel günde eş dostun dışında bana değer verenleri de görmek isterim ve beni kırmadığınız için size minettarım."
Hayatımda hiç bu kadar utanmadım. Bir insan ile hoşsohbet etmek onu bu kadar etkileyeceğini düşünmezdim. Ben kimim ki? Mesleğinden dolayı insanları küçümsemek kadar aptalca birşey olabiliri mi? Şerefi ile para kazanıp insanlığı ile parıldayan birini haksız yere elde ettiği malı ile göz kamaştırmak isteyen birinden tercih ederim şüphesiz. Ama günümüzün insanı artık öyle değil. İyi niyetli hareketler sadece yüzeysel boyutta kalıp gerçek derinlikler bomboş vadiler gibi kupkuru kalıyor. Yanlış değerler peşinde koşanlar çoğunlukta. 

Geçenlerde eşim eve geldiğinde Hüseyin bey ile karşılaştığını ve onun gerçek mesleği bu olmadığını öğrendiğini anlattı. Kısaca üniversite mezunu olup devlet memuru olarak çalıştığını ama siyasi durumlardan dolayı erken emekliliğe gönderildiğinden bahsetmiş. Aldığı emeklilik maaşı maalesef iki çocuğunu okutup ev geçindirmeye yetmediği için uzun zaman iş başvurularında bulunup sonunda bu göreve alındığını söylemiş. Böylece hem kira derdinden kurtulup 5-6 yıl sonra eşi ile geçinebileceğini, belki de bir küçük daire sahibi olabileceğini düşünüyormuş. 

Türk emeklilerimizin prototip hayatının özeti budur. Böyle olması mı gerek? Yıllarca emek verip kamuoyuna hizmet eden birisini zoraki emekliliğe ayırıp yerine donanımı olmayan ama doğru partiye yakınlığı olan birisini getirmek doğru mu?
Peki onu onayladık diyelim, o işinden ettiğin kişiye bağladığın emekli maaşını düşük tutup niye ek iş yapmasına zorluyorsun? Zamla orantılı artış neden sağlanmıyor? Ama ne desem boş, konuyu saptırmayayım...

Dün Hüseyin beye işinden memnun olup olmadığını sordum. 
"Arada bir zorlansam da görevimi yerine getirmeye çabalıyorum Gamze hanım, ekmek parası işte..." deyip isteksiz gülümsedi. 
Akşam üstü oyun parkına indiğimizde onu giriş katındaki oturan bayanlardan birinin daire kapısının önüne dikip azarladığına şahit oldum. Hüseyin bey özür diledikçe kendisi sanki yüceliyordu. Konuyu bağıra bağıra apartmana duyurmaktı maksadı belli ki. Hüseyin bey ellerini göbek hizasında kilitlemiş hafif eğik vaziyette karadenizli Valide Sultan'ın ona attığı fırçayı yiyordu. Beni fark etmemişti. Etseydi gönülsüz bir gülümse ile diyeceği şu olacaktı: 

"Ekmek parası ,Gamze hanım..."

TATLI TARİFLERİ: Elmalı Graten

Herkese merhaba,

Uzun zamandır tatlı tarifi paylaşmadım ama önümüzdeki dönem dünya mutfaklarından gelen çeşitli pastalar ve kekler listemde sıralarını bekliyorlar. 
Başı bu değişik tarif çekiyor. 
Elmalı Graten alman mutfağında sevilen Vişneli Graten'in bir türevidir. Maalesef vişne mevsimi geçti ve ev yapımı olmadıkça konserve kullanmam. Ama ileri tarihlerde yapacak olursanız altına onun tarifini de ekleyeceğim, çok da güzel oluyor mutlaka deneyin...





Malzemeler:

2-3 adet büyük elma
125 gr. yumuşak margarin
125 gr. şeker
1 çimdik tuz
3 yumurta
1/2 kg süzme yoğurt
30 gr. irmik
30 gr. öğütülmüş badem (toz)

Yapılışı:

Şeker, tuz ve margarini mikser yardımı ile iyice karıştırın. 
Yumurtaları ayırın. 
Sarılarını harça teker teker ilave edip karıştırmaya devam edin. 
Mikseri kapatıp bir tahta kaşık yardımı ile süzme yoğurt, badem tozu ve irmiği ekleyip karıştırın. 
Yumurta aklarını ayrı kapta köpürene dek mikser ile çırpın. Köpük sert ve kar gibi beyaz olup hiç sıvı kalmamalı, o yüzden yüksek devir kullanıp en az 5 dakika çırpılması gerek.
Onu da tahta kaşık ile harça yavaşça yedirin. 
Elmaları soyup ince dilimleyin yada küp doğrayın.
Bir kısmını uygun graten kalıbın dibine tek sıra olarak yayın. 
Üzerine harcı döküp kalan elmaları üzerine ilave edin.
200 derece ısıtılmış fırında 35-40 dakika üzeri kızarana dek pişirin.
Soğunca üzerine pudra şekeri ve tarçın serpip servis edin.

Vişneli versiyonu için:

350 gr. Vişne (çekirdeksiz)
1 tatlı kaşığı nişasta
1 tatlı kaşığı tarçın
1 yemek kaşığı şeker

Vişneleri üzeri biraz geçecek kadar su ile yumuşayana dek pişirin.
Soğunca süzün ve suyunu kenara alın. 
Vişneleri kalıba dökün ve üzerine harcı ilave edin. 
Tarife göre fırında pişirin.
Vişne suyundan biraz ayırıp nişasta ile bulamaç kıvamına getirin ( az az ilave edip karıştırın). 
Kalan suyu şeker ve tarçın ile bir tencerede orta ateşte karıştırarak kaynayana dek pişirin. 
Ateşten alıp karıştırarak bulamacı ekleyin ve kısık ateşte yoğunlaşana dek karıştırın.
Ilık graten'i dilimleyerek üstüne sosu döküp servis edin.

Afiyet şeker olsun...

AKLIMDAN GEÇENLER: Kibirliyim, KİBİRlisin, KİBİRLİ



Herkese merhaba,

Çocukluğumda sessiz, sakin hatta ürkek olduğumu diyebilirim. Sınıfın karşısına geçip de hazırladığım ödevimi sunmamak için yalan söyleyip evde unuttum dediğim oldu. 
Sınıf 3 gruba bölünmüş, biri diğerinden korkunçtu benim için: 
En önde sevgili öğretmen yalakaları, ders kitaplarını ezberleyip her konuya söyleyecek şey bulan, ben senden bilgiliyim tipleri. Onların önüne geçmemek için özenle hazırladığım metini didikleyen, soruları ile delik deşik edip dengemi bozmak için fırsat kolluyorlardı. Zaten bu dersten kalmamak için özellikle zor ödevi seçip artı puan kazanmak istemiştim, sunum yapmak ile bana köstek olma riski 
yükselmişti.
Orta sıralarda ilgisizlikten kalemlerini çiğneyenler kulübü yer alıyordu. Sürekli sıkılan, dersleri zaman kaybı olarak gören ve bakışları ile " Bir an önce bu işkenceyi bitir, senin yüzünden ilgisi bize kayıyor " diyenler kervanı. Gel de motivasyonunu yüksek tut...
Veeeee en arkada canavarlar tayfası, yaramazlar toplumu. Hiçbir şeyi takmayan, kıkırdamaları ve sinir bozucu hareketleri ile huzurumu kaçırmaya meraklı kitle. Konsantre bozmak için birebir, ufacık hatada abartılı şekilde gülerek tepkilerini verenler. Sopalıklar aslında ama yaşıt olunca utanmaktan başka birşey yapamıyorsun. 
Bu ortam öz güveni düşük biri için tam bir kâbus. Öğretmenim gösterdiğim sebebi inanmadığına eminim ki dersten sonra beni yanına çağırdı. Gelecek derste sunumumu mutlaka yapmam gerektiğini ve aksi takdirde notumda iyileşme yapamıyacağının altını çizip tatlı dille bana iletti. Kıpkırmızı olup yalan söylediğim için utanıyordum. 
Okula ciddi ciddi gitmemeyi düşünüyordum ki, bunun yüzünden tek şansımı kaybetmek istemedim. Ders başlayıp öğretmen beni öne çağırdığında benim ile iki dakika konuşmak için dışarıya çağırdı. Özet olarak dediği şu idi, konuşurken takıldığında karşı duvardaki lekeye bakıp sınıfı boş ver. Ona anlat. Bitirdiğinde leke güler yüze dönüşecek ve sen rahatlamış olacaksın.
Bana pek inandırıcı gelmedi ama kabul ettim. Sınıfa soru sormayı ve konuşmayı yasaklayıp ödevimi huzurlu ortamda sunmaya imkân tanıdı. Bahsettiği yöntem işe yaradı. Bitirdiğimde alkışlanıp yerime oturdum ve notumu kurtarmış oldum.
O günden sonra ne zaman sunum yapsam yada tanımadık ortama girsem, kimsenin yüzüne bakmayıp kendime güven veren hedef belirliyordum. Başımı hafif kaldırıp dimdik durmak imajım olmaya başladı. Kimseye pas vermeyen, ciddi ve kendini beğenmiş diye anılıyordum. Ama benim bundan haberim yoktu. Taa ki yeni tanıştığım biri bana itirafta bulunana kadar. Adım Bayan Kibir olarak çıkmış, benden nefret edenler bile varmış. Şaşırdığım halde kahkaha attım ve " en azından yılışık değilim" deyip konuyu geçiştirdim. Beni herkes sevmek zorunda değil, bir zahmet beni tanımak için çaba sarfetsinler. Kimseye zararım dokunmuyor, o halde bu onların sorunu diye kendime savunma yapıyordum.
Aslında hiç de öyle değildi. Zararlı olan bendim. Tutumumdan dolayı insanlara itici geliyordum. Kurduğum arkadaşlıklar ve işimden dolayı insanlara daha doğal halimle yaklaşmaya başladım. Güler yüz ve rahat yaklaşımım ile daha sorunsuz ilişkilerim oldu. Karşımdakini analiz edip mesafe koymayı da öğrendim. Ama pozitif davranışlarım ile. Hayat insanı imtihan eder. Ama özün neyse hep öyle kalırsın. Kibirli görünen insanların çoğu aslında öz güvenleri sarsılmış, incinmekten ve hata yapmaktan korkanlardır. Güçlü görünmek için ulaşılmaz izi bırakmak,  gerçek kişiliklerini keşfetmeyi bekleyen varlıklardır. Bir nevi Rapunzel öyküsüdür hayatları. Bazıları rollerini o kadar benimsemişlerdir ki, kendileri bile kim olduklarını hatırlamıyorlar. 
Kendinden eminsen zaten kibire gerek duymazsın. Hata yaptığında gülen olsa da omuz silkip olur o kadar deyip yoluna devam edersin ardına bakmadan...

AKLIMDAN GEÇENLER: Kurumuş Ağaçlar




           



Herkese merhaba, 

Blogger camiasına katılma sebepleri ve hedefler çok farklı. Aktif ve güncel blogların büyük kısmı özenle hazırlanmış sayfalar, itina ile çekilmiş resimler ve özenerek yazılmış metinler yada makaleler ile cezbediyor. Temalar blog sahibinin kişiliğine ve hakkında yazdığı konuya uygun şekilde seçilmiş ya da tasarlanmış.

Ne kadar çok emek veriliyor...

İlk fikrimden bugüne bir yıl geçti. Şöyle geriye baktığımda ne kadar çok şey öğrendiğimi, karşılaştığım blogların mimarları ile tanışıp güzel diyaloglar kurduğumu, bazı arkadaşların azimi ve imrenecek disiplin ile ne kadar ilerlediklerini, motivasyonumun düşük olduğu dönemlerde hiç beklemediğim destek ve yorumlar ile yaptığım işe ilgi gösterip beni neredeyse ağlatanları ve maalesef küçük blogcu olmamın da önyargı ile karşılayan insanların küçümseyen sözlerine ve tavırlarına maaruz kalmamı. Ama yine de devam ettim. Yazmak o kadar güzeldir ki, küçüklüğümden beri severim. Kafamda oluşan fikirler ve düşünceler o kadar çok ki, keşke hepsini aktarabilsem. Blogumda kendime sınır koymadım, istediğim konuyu ele almayı ve yeni başlıklar eklemeyi hak tanıdım. Bazı arkadaşlar bunun benim ilerlememde köstek olacağını öngördüler ama aldırmadım. Sadece bayanlara yönelik blog olsun da istemedim. Kendimden bir şeyler paylaşmak, blogumu tanıtmak istedim. Ticari anlamda yükselmeyi  kendime hedef koymadım, ne para ne de ürün meraklısıyım. Katıldığım etkinliklerin arasında da hediyeli olanlar var ama kazanmak için değil, çevremi genişletmek ve yeni bloglar ile tanışmak amacımdı.

Herkesin farklı sebepleri vardır. Para kazanmak isteyenleri de kınamıyorum, kendi kabuğunda kalıp sesi fazla çıkmayanlara da lafım yok. Maalesef aralarımızda çürük elmalar da var, blogunu terk edip gidenler de. 
Onlara diyecek tek bir şeyim var: 
Emek ve gereken hakkı vermeyen er yada geç yok olur, sulanmayan kurumuş ağaç gibi ibretlik kalır....

Sevgilerimle...


KİTAPGÜNLÜĞÜM: Victor Hugo • İdam mahkûmunun son günü






Herkese merhaba,

son zamanlarda farklı kitaplar okuyup hakkında düşüncelerimi paylaşmak isterken Victor Hugo' nun zamanında insanları etkileyen bu yapıtı ilgimi çekti.
Klasik fransız edebiyatın eserlerinden biri olan bu kitap, 3 Şubat 1829 yılında genç Hugo tarafından isimsiz olarak yayınlanmış. 

Hikâyesi ile ilgili ilk baskısının ön sözünde Hugo yazar ile ilgili esrarengiz sözleri ile okuyucuların kafalarında soru işaretleri oluşturmuştur :



"Bu kitap ancak iki şekilde ortaya çıkmış olabilir. Ya aslında bir zavallı, son düşüncelerini farklı boylarda bir tomar kâğıda tek tek dökmüştür; ya da bu fikri fanteziye dönüştürmüş, kendini belki de isteyerek kaptırdığı bu düşünceden bir kitap yazarak kurtulmaktan başka çaresi olmayan, sanat yararına doğayı gözlemekle meşgul bir hayalperest, bir filozof, bir şair ya da böyle biri yazmıştı bu kitabı. Okuyucu bu iki açıklamadan istediğini seçecektir."


3 yıl sonra uzun eklenti ile gerçek yazarın kendisi olduğunu açıklaması pek şaşırtmadı. Sebeplerini ve eserinin yarattığı yerli yersiz spekülasyonlarına açıklık getirmek artık farz olmuştu.
Fransız ihtilali ile popüler olan insaflı infaz makinesi giyotin' in getirdiği acı sonu insanlık dışı, her mahkûmunun sonuna kadar yaşama hakkı olduğunu savunuyor. Yargıya acil reformlar, halkın da mahkûmlara karşı olan tutumlarını değiştirip her an kendileri bu duruma düşebilip geri dönüşü olmayan çıkmaza hükûm edebileceğini göz önünde bulunması gerektiğini belirtiyor. 
Sadece mahkûm değil, ailesi ve çocuklarının da mağdur olup dışlanmaları söz konusu olabildiğini kitabında açıklıyor.
İdam mahkûmlar alay ve eğlence konusu olmaktan çıkmaları gerekiyordu. İnfazları bir kurgu ya da  tiyatro sahnesi izler gibi Greve Meydanında halka her perşembe sunulmaktan vazgeçmek zorundalardı.

Hugo ustalıkla yargılandıktan sonra infaza kadar geçen 6 haftada o insanların içinden geçebilecek duygu ve düşünceleri kaleme almıştır. Sürükleyici ve yer yer ürpertici yazı stili ile duyarlı insanların kendisini o mahkûm gibi hissetmesini sağlıyor.
Nasıl bir histir bu? 
Öleceğin tarihi ve şekli bilmek ama sürekli kurtulma umudunu içinde taşımak? Son yolculuğumuz tek perdelik diyalogsuz tiyatro oyunu gibi kamuoyuna sunulurken, kendimizi sakin ve sessiz celladımıza teslim etmemiz mümkünmüdür? 
Ara ara soğuk terler akıtıp boğazımın düğümlendiğini hissettim. Adeta ana karakter gibi ruhsal dalgalanmaları yaşadım, hafif panik anlar tüylerimi ürpertti. Yüzyıllar sonra hala bu etkiye sahip ya, bu ustalık değil de nedir?

Konu güncel değil ki diyorsunuz.Niye bu kadar darmadağın ediyor ki beni?? Çok mu duygusalım acaba? Kurguya kendimi kaptırmak biraz çocuksu sanki diye düşünüyorsunuz...

Giyotin geçmişte kaldı ama ölüm cezası dünyada hala var. Ülkemizde de zaman zaman geri gelmesini isteyenler de seslerini çıkarıyorlar. Kesilen kafaların haberi korkunç şekilde evimize geliyor, ölümcül olaylar bizi tehdit ediyor. Kana doymayan canavar hala aramızda. 
200 senedir değişen ne var?? 
Şekil değiştirdi. Ama hala birileri yargılayıp, cellatlar kelleyi alıyor ve izleyici Greve Meydanındaki kadar yakın olmasa da bunu alkışlayıp " Oh olsun,haketti!!" diye haykırıp haz duyuyor. Hugo' nun eseri hala güncel bir şekilde, medeniyete ulaşmak için arpa kadar yol almadığımızı adeta yüzümüze vuruyor. İnsanlık olarak utanç vericiyiz. Eğer evrende başka yaşam biçimleri bizi seyrediyorlarsa, hiç tereddütsüz aptallığımıza ve kendimizi yok etmeye harcadığımız çabalara hayret ediyorlardır. 
Duyarsızız ve ucu kendimize dokunmadıkça olaylar pek umrumuzda olmuyor.

Ölüm hayatımızın önüne geçilmez sonudur. Ama kimse buna karar veremez, kimsenin kendi yada başkasının hayatına son vermesinin hakkı yok. Başka bir insanı öldürse bile aynı şekilde cezalanması yaptığını telafi ediyor mu? 
Ya masum ise? Bir komploya yada yanlışlığa kurban gittiyse? Doğrusu ortaya çıkınca bu hatayı nasıl geri alacaksın? Özür dilemekle, iş işten geçtikten sonra adını aklamakla hangi vicdanı rahatlatıyorsun??

Hugo kitabı ile zamanında düşünce devrimi gerçekleştirmiş olabilir, giyotin artık müzelerde o kanlı olayların fosilleşmiş kalıntısı olarak sergileniyor. 
Hümanist girişimi sadece yüzeyde kalmış, demokrasi fikri gibi sadece laflarda yaşayan ama dünyada olması gerektiği gibi uygulanmayan bir dalga olmuş, gerçek hedefine varmamış. 

Eseri bir artçı gibi başyapıtlarının sinyalini vermeye başarmış şüphesiz.İlerleyen yıllarda edebiyata miras bıraktıklarının temeli sağlam ve bence okunması gerekenler arasında yer almasını haketti. 

Kalemine sağlık...


ESSEN & TRINKEN: Rote Paprika in Milchsauce

Hallo Ihr Lieben,

heute hab ich mal eine Frühstücksempfehlung für Euch.
Zur Abwechslung mal Paprika auf diese Weise zu probieren wird Euch sicher gefallen. Ich hab mit scharfen Sachen so meine Verdauungsprobleme und ziehe die milde Variante vor- ohne auf den Paprikageschmack zu verzichten.
Schmeckt auch als Vorspeise oder Zwischenmahlzeit mit einer Scheibe Brot.
Probiert´s mal aus...

Rote Paprika in Milchsauce





Zutaten:


2 rote Paprika
1 grosse, geriebene Tomate
2-3 Esslöffel lauwarme Milch 
Öl,Salz, Thymian, getrocknetes Basilikum

Zubereitung:


Die Paprika waschen und in dünne Streifen schneiden.
Mit etwas Öl auf kleiner Flamme in einer Pfanne dünsten.
Sobald die Paprika weich ist die geriebene Tomate hinzufügen (Tomatensauce geht auch,aber bitte kein Tomatenmark benutzen). Etwas umrühren und danach die Milch hinzufügen.
2-3 minuten auf grosser Flamme dünsten vom Herd nehmen.
Die Gewürze je nach persönlichem Geschmack dazugeben und warm servieren.


Guten Appetit!!!


PS:

Ihr könnt auch statt roter Paprika diverse andere Paprikasorten verwenden, je nach Lust und Laune auch mischen. Ich mache manchmal die Tricolore- Version (rot-gelb-grün einzeln ) und richte diese nebeneinander auf dem Servierteller an.
Man kann auch kleingeschnittene Knoblauchzehen beim Garen hinzufügen, das gibt einen zusätzlichen Geschmackskick.

Türkce versiyonu icin tiklayin: Sütlü kirmizi biber

ETKINLIKLER: Miniğimle Yaşam' in blog keşif etkinliği

Herkese merhaba,


Copyright by Miniğmle Yaşam


henüz yeni keşfettigim blogger arkadaşımızın etkinliğini duyurmaya karar verdim.
Bu gidişte bende yakında etkinlik düzenleyeceğim ( belli mi olur?? :)) .
Şimdiye dek 60+ blog kaydolmuş bence hiç beklemeyip sizde katılın...

ETKINLIKLER: Beauty Beybi 'nin blog keşif etkinliği

Herkese merhaba,



Etkinlikler hiç biter mi?

Tabiiki hayır...

Mümkün oldukça gördüğüm ve beğendiğim etkinlikleri size tanıtmaya devam edecegğm ki hepimiz bu güzel vesileler ile tanışıp kaynaşalım.

Sevgili Beauty Beybi ufak ve kendisi gibi tatlı etkinlik düzenlemiş, bol katılımlar olması dileği ile linki paylaşıyorum...


ÇOCUK & AİLE: Kıyaslama, destekle

Herkese merhaba,

her anne ve baba doğal olarak çocuğu ile gurur duymak ister. Özellikle ilkinde yeni tecrübeler edindikçe çocuğu ile büyüyen ve her gelişmenin üstün zekâlı olmasına sebep olmaması, gayet normal olmasını öğrenmek bazı ebeveynlerde hayal kırıklığı yaratabilir. Hele etrafta yaşıtları varsa ve diğerleri daha önce yürümüş, konuşmuş yada bezinden kurtulmuş ise. 
Kızımız da bazı konularda erken ilerlediği gibi, başka şeylerde gecikti ki bu gayet normaldi ve genelde bunu dert etmedik. Edindiğimiz bilgilere göre her çocuğun kendi gelişim ritmi vardır. 
Çevremizde Berrak ile yaşıt çocuklar var. Durum böyle olunca yaşadıklarımızı paylaşıyoruz doğal olarak. Bazen ebeveyn ve çocuğu arasında bunun gibi diyaloglar geçiyor:

" Anneeee memimiii istiyooooommm,ühüüüü..."

" Beyza, çok ayıp bak kocamaaan kız oldun hala emzik ağzında. Bak Berrak hiç emzik kullanıyor mu??"








" Ben kuyufasuye yemicim anneee, pis o piiiiis..."

" Oğlum kurufasulye hiç pis olurmu, bak Ceyhun ne güzel tabağını bitirdi sen hiç yemiyorsun."

                **********************

" Anneee çişimi yaptım gayibaaa..."

" Aaaaaa yine mi altına kaçırdın, ehhhh pes valla 4 yaşındasın hala çişini tutamıyorsun ya. Nurgül gibi hemen gitsene tuvalete, hep benim mi gelmem lâzım öğren bunu artık yaaa..."


Size tanıdık geldi mi? Olabilir, ebeveyn olarak düşünmeden bıkıp bu şekilde konuşmuş olabilirsiniz. Ne yalan söyleyeyim, ben yada eşim de dedik ve sonradan düşünüp pişman olduk. Eşimin babası bizi uyarmıştı böyle yapmayın diye. Gözle görünür etki olmasa da, çocuklar bunu kaydedip büyüdükçe kendilerine sorun ediyorlar. 
Kıyas... Kim kendisinin sevdiği kişi tarafından başkası ile kıyaslandığını ister ki? 

Siz bayan mısınız? 
Eşinizin arkadaş gurubunuzdaki marifetli bayanın yaptığı yemekleri baz alıp sizin yemekleri eleştirmesini nasıl buluyorsunuz? Siz Esma hanım değilsiniz tabiiki ve yemek yapma konusunda biraz zayıfsınız. Ama bu kadar elinizden geliyor işte, kıyaslamak sizi motive etme yerine daha da aşağıya çekiyor olması eşiniz fark etmiyor bile.

Ya da erkek misiniz?
Ömer bey herşeyi tamir edebiliyor  ama siz bir çiviyi bile duvara çakamamanız eşiniz tarafında her usta çağırdığında dile getirmesi sizi fazlasıyla rahatsız ediyor eminim. 
Yada işyerinizdeki patron yalakası olarak bilinen Mehmet beyin sizin hakettiğiniz terfiyi alması eşiniz tarafından 
" Ben sana demedim mi patronun gözüne gir yoksa yolda kalırsın diye??? Bak işte maç izleyeceğine etkinliklere katılsaydın o Mehmet gibi seni seçecekti ama nerdeeee..." sözleri ile yorumlası içinizde cızzzz etmiyor mu?








Kıyas- kim sever ki??



Çocuğunuza şimdi bu açıdan bakıp yaklaşın. Kıyas motivasyonunu o anda belki ateşler. Ama uzun vadeli başarısızlıklarını kendine dert edip özgüveni' ni sarsar bunu unutmayın. Kendi çocukluğunuza bakın. Eminim ki kendiniz de bazı komplekslere sahipsiniz ( bende öyle) ve bunların sebepleri çocukluğunuzda yaşadıklarınızın olduğunu anlamak için Sigmund Freud olmanızı gerektirmiyor. 
Bence empati çok önemlidir. Kıyaslamak yerine ona destek olun, şimdi yapamazsa ileride kesinlikle hazır olduğunda yapacaktır diye düşünün ve ona güvenin. Tek istediği ona inanmanızdır... 



ETKİNLİKLER: Deneyimli Anne'nin Blog Keşif etkinliği

Herkese merhaba,

Copyright Deneyimli Anne


güzel bir etkinliğin haberi ile yine karşınızdayım.
Sevgili Deneyimli Anne Emel hepinizi Blog Keşif Etkinliğine davet ediyor, linke tıklayıp sayfasından katılabilirsiniz...

Hadi herkes etkinliğeeeee...




ESSEN & TRINKEN: Zucchini Pfannkuchen aus dem Ofen

Hallo Ihr Lieben,

ich bin eine bekennende Gemüseliebhaberin und esse diese am Liebsten während Ihrer natürlichen Erntezeit. Dank Treibhaus & Co. bekommen wir aber viele Sorten auch ausserhalb dieser Zeiträume, was uns so manch Abwechslung auf dem Speiseplan beschert.
Zucchini ist ein universelles Gemüse, was man in vielen Gerichten verwenden kann. Als Suppe mit Créme fraiche garniert, mit Joghurt verfeinert als Vorspeise oder gefüllt sind sie auf so manchem Menü anzutreffen.
In der tükischen Küche liebt man die Zucchini vor allem als kleine, aromatische Pfannkuchen, die allerdings traditionell in Öl gebraten meist etwas schwer sind. Ich bevorzuge gerade deswegen besonder im Sommer die bekömmlichere Version aus dem Backofen. Mindestens genauso lecker, aber mit weniger Kalorien erinnert es mehr an einen Auflauf- allerdings in flacher Form.

Zucchini Pfannkuchen aus dem Ofen





Zutaten:


1 mittelgrosse Zucchini
1 mittelgrosse Kartoffel
1 mittelgrosse Karotte
2 Eier
3 Stangen Schnittlauch (oder 1 grosse Zwiebel)
50 gr. geriebener Gouda oder Schafskäse
1 Esslöffel Mehl
1 Teelöffel Backpulver
je eine handvoll frischen Dill und Petersilie
Salz

Zubereitung:


Die Kartoffel, Zucchini und Karotte schälen und mit der groben Seite der Reibe in eine geeignete schüssel reiben.
Den Schnittlauch waschen und in kleine Stücke schneiden (wahlweise kann man auch eine Zwiebel dünn in Streifen schneiden).
In einer anderen Schüssel die Eier verquirlen.
Mehl und Backpulver hineinsieben und gut mischen (verklumpen vermeiden).
Danach den Käse, den feingehackten Dill und ebenso die Petersilie hinzufügen und mit Salz würzen.
Alles gut mischen und zu dem Gemüse hinzufügen.
Mit eienm Löffel zu einer homogenen Masse verrühren und in eine geeignete und leicht eingefettete Auflaufform dünn verteilen.
Den Backofen auf 180°C vorheizen und den Pfannkuchen ca. 30-35 minuten goldbraun backen.
Warm servieren.
Dazu passt hervorragend Naturjoghurt, wahlweise mit Knoblauch gewürzt.

Guten Appetit!!



Türkce Versiyonu icin tiklayin: Firinda Kabak Mücver


ESSEN & TRINKEN: Mangold Pfanne

Hallo Ihr Lieben,

Mangold gehört neben Spinat und Gemüse-Portulak zu den bevorzugten Gemüsesorten in der Türkei. Man kann damit viele leckere Gerichte zaubern und es auch als Füllung für Böreks und darüberhinaus auch als Salat zubereiten.

Ich habe Beizeiten den Mangold leicht gedünstet und pürriert meiner Tochter als hausgemachten Babybrei serviert. Bis heute isst Sie diese 3 Eisenlieferanten als Pfannengericht gerne mit Naturjoghurt. Ihr könnt statt dem Mangold wie oben beschrieben auch Spinat oder Portulak verwenden (aber bitte frischen, nicht die Tiefkühlversion) oder auch miteinander vermischen. Nach Möglichkeit solltet ihr es auch nicht zu lange dünsten, sobald er Wasser gelassen und die Farbe vom satten Grün ins leicht bräunliche geht nur noch 2-3 minuten garen und dann vom Herd nehmen. Je nach Lust und Laune könnt Ihr auch das restliche Wasser abschöpfen und mit ein paar Eiern die Mangold-Pfanne etwas aufpeppen.

Mangold-Pfanne





Zutaten:


2-3 Bündel Mangold (ca. ein halbes Kilo)
1 grosse Zwiebel
1 esslöffel Tomatenmark

ausserdem:
Naturjoghurt (wahlweise mit Knoblauch gewürzt)
geriebene, rote Paprika

Zubereitung:


In erster Linie den Mangold auf eventuelle Schäden untersuchen und mit den Stielen (falls diese nicht zu dick sind) mehrmals gründlich waschen.
Zuletzt in einer Schüssel mit Essigwasser ca. 5-10 minuten baden, damit eventuelle Schädlinge und Pestizide entfernt werden.
Danach nicht mehr mit Wasser spülen, sondern direkt in Streifen schneiden ( die Dicke richtet sich nach Eurem persönlichen Geschmack, allerdings lässt Mangold beim Garen viel Wasser und es bleiben ca. nur noch 1/3 der ursprünglichen Masse über).
Die Zwiebel in kleine Würfel schneiden und mit Öl und etwas Wasser in einer geeigneten Pfanne auf kleiner Pfanne dünsten bis das Wasser verdunstet.
Das Tomatenmark hinzufügen und vermengen.
Mit der Hand die Mangoldstreifen haufenweise hinzufügen und auf mittlerer Flamme dünsten.
Sobald der Mangold in sich zusammenfällt alles gut vermischen und auf kleiner Flamme noch 2-3 minuten garen.
Warm mit Naturjoghurt und etwas geriebenen, roten Paprika servieren.

Guten Appetit!!!





Türkce Versiyonu icin tiklayin: Pazi Yapragi Kavurmasi

ESSEN & TRINKEN: Pfannen- Börek mit Porreefüllung

Hallo Ihr Lieben,

Börek ist und bleibt eins der am Meisten verzehrten Teigwaren in der Türkei. In verschiedenen Formen und mit unzähligen Füllvarianten finden die leckeren Kalorienbomber zu jeder Tageszeit ihre Abnehmer. Jede gute, türkische Hausfrau die was auf sich und Ihre Küchenkünste hält hat Ihr eigenes Geheimrezept. Die besonders tüchtigen produzieren Ihre Teigfladen selber,was natürlich den Geschmack noch steigert.

Ich bin da etwas praktischer und ziehe die Fertigfladen vor (gibt es beim türkischen Supermarkt überall zu kaufen, fragt einfach nach YUFKA für Börek. Es gibt auch Yufka für Süßspeisen wie Baklava, deswegen solltet Ihr erwähnen wofür Ihr es braucht).
Außerdem will ich Euch heute eine einfache und schnelle Version vorstellen, wofür man nicht den ganzen Tag in der Küche stehen muss. Die Füllung ist natürlich Geschmackssache, wer kein Porree-Fan ist oder gerne etwas anderes probieren möchte kann gerne im Internet nach anderen Börek-Rezepten forschen. Ihr braucht dann nur die Füllung austauschen- und geniessen!!! Bei Fragen und für Anregungen bitte die Kommentarbox konsultieren... :))

Pfannen- Börek mit Porreefüllung





Zutaten:


3 Fertigfladen (Yufka)
1 Ei
500 gr. Porree
250 gr. Schafskäse
200 gr. Joghurt
4-5 Esslöffel Öl
Salz

Zubereitung:


Den Porree gründlich waschen und in ganz schmale Scheiben schneiden (je dünner, desto besser).
In einer Pfanne das Öl erhitzen und bei starker Hitze den Porree sautieren.
Sobald der Porree etwas aufgeweicht ist das salz je nach Geschmack hinzufügen.
Danach vom Herd nehmen und sobald die Füllung etwas erkaltet ist (noch warm), den Schafskäse zerkleinert hinzufügen, so dass er sich in der kompletten Füllung homogen verteilt hat.
Den Joghurt, das Ei und ca. 1 Esslöffel Öl zu einer Art Sauce vermengen.
In einer Pfanne mit ca. 26 cm Durchmesser etwas Öl verteilen und den ersten Fertigfladen mittig hineinlegen, sodass es am Rand heraushängt.
1-2 Esslöffel von der Joghurtsauce hineingeben und verteilen.
Die restlichen Fladen in jeweils 4 ungleichmässige Teile schneiden.
Zwei Teile hineinlegen und mit etwas Sauce beschmieren.
Darauf 2-3 Esslöffel von der Füllung verteilen.
Darauf wieder 2 Teile vom Fladen legen und den Vorgang wiederholen bis alle Teile verwendet worden sind.
Am Ende den heraushängenden Rand zur Mitte hin falten und den Rest der Joghurtsauce darübergeben ( es dürfte nicht mehr als 2-3 Esslöffel übrigbleiben, falls doch nicht mehr als diese Menge darübergeben ).
Den Deckel der Pfanne fest schließen und bei schwacher Hitze langsam ziehen lassen.
Mithilfe eines geeigneten Tellers den Börek wenden, sobald es im unteren Bereich gebräunt ist (hin und wieder prüfen, damit nichts anbrennt).
Sobald der Börek oben und unten wie auf dem Bild gebräunt ist aus der Pfanne auf eine passende Serviceplatte oder Teller geben und wie eine Pizza schneiden und warm servieren.
Der Börek kann auch im Nachhinein in der Mikrowelle oder in der Pfanne erhitzt werden, aber der frische Geschmack ist immer noch am Besten :))

Guten Appetit!!



Türkce versiyonu icin tiklayin: Tavada Pirasali Börek



ESSEN & TRINKEN: Geschmorte Auberginen in Joghurtsauce

Hallo Ihr Lieben,

Auberginen gehören in der deutschen Gesellschaft seit dem Einzug der südeuropäischen Küche zum Alltag. Es gibt unzählige leckere Rezepte mit der dunklen Frucht, nun liefere ich Euch noch ein weiteres.
In der türkischen Küche wird die Aubergine in warmen wie auch in kalten Gerichten verwendet, die man gerne auch im Sommer verzehrt. Generell werden diese mit Olivenöl zubereitet, was dem Geschmack und der Bekömmlichkeit noch zugute kommt.
Dieses Rezept eignet sich auch hervorragend fürs kalte Büffet auf Parties und wird den Gästen positiv in Erinnerung bleiben...

Geschmorte Auberginen in Joghurtsauce






Zutaten:


4-5 mittelgrosse Auberginen ( falls sie weiße finden, bevorzugen sie diese )
4 mittelgrosse Zwiebeln
3-4 milde Pepperoni
400 gr. Naturjoghurt
3 grosse Knoblauchzehen ( muss nicht, sollte aber )
3-5 Esslöffel Olivenöl
Salz


Zubereitung:


Zuerst die Auberginen waschen und schälen.
Danach in Würfel schneiden und im Salzwasserbad 10 minuten ruhen lassen.
Dieser Vorgang sorgt dafür, dass der bittere Geschmack der Aubergine nachlässt und es wird ebenso vermieden, dass die Würfel an der Luft verdunkeln. Sie werden beim Abseihen bemerken, daß sich das Salzwasser dunkel gefärbt hat.
In der Zwischenzeit Zwiebel schälen und in kleine Würkel schneiden. In einer grossen Pfanne das Olivenöl erhitzen und die Zwiebelwürfel hinzugeben. Mit etwas Wasser bei geringer Hitze dünsten. Das Wasser sollte vollständig verdunsten.
Die Pepperoni in Scheiben schneiden und dazugeben. Sobald die Pepperoni weich sind die abgetropften Auberginenwürkeln hinzufügen und bei hoher Hitze dünsten. Immer wieder umrühren damit nichts anbrennt. Wenn die Auberginen aufgeweicht sind, den Herd runterdrehen und noch 2-3 minuten bei schwacher Hitze schmoren lassen.
Zum Erkalten zur Seite stellen.
Den Joghurt mit den zerdrückten Knoblauchzehen verrühren und dann mit den Auberginen vermengen und servieren.


Guten Appetit!




Türkce versiyonu icin tiklayin: Yogurtlu Patlican Kavurmasi

ESSEN & TRINKEN: Wintergemüsesuppe mit Petersilie

Hallo Ihr Lieben,

was gibt es schöneres als wenn man aus dem grauen und feuchten Herbstwetter nach Hause flieht und mit einem Teller warmer, hausgemachter Suppe empfangen wird?
Also ich für meinen Teil liebe Suppe à la Maison und mache sie auch nur selber. Ich finde soviel Zeit sollte man sich schon nehmen, ausserdem gefallen mir Tütensuppen nicht.
Weder geschmacklich, noch was den Inhalt betrifft etwas was man sich antun sollte.

Ich lege Euch dieses einfache und äußerst schmackhafte Rezept ans Herz und freue mich über Eure Feedbacks...



Wintergemüsesuppe mit Petersilie



Zutaten:

1 mittelgroße Zwiebel
1 mittelgroße Kartoffel
1 Möhre
1 kleine Sellerieknolle
750 ml Wasser
5-6 Stiele Petersilie
1 Esslöffel Mehl
1 Knoblauchzehe
Saft einer halben Zitrone
Salz und Pfeffer


Zubereitung:

Die Zwiebel schälen und in 6 teile schneiden.

Die Kartoffel schälen und kleinschneiden, ebenso die Möhre und die Sellerieknolle.

Alles miteinander in etwas Öl und ein wenig Wasser 3-4 minuten andünsten.

Das restliche Wasser hinzufügen und mit der gewünschten Salzmenge bei kleiner Flamme köcheln lassen bis das Gemüse weich ist.

Alles mit einem Stabmixer pürrieren.

Die Knoblauchzehe zerstampfen und mit dem Saft der halben Zitrone und dem Mehl verrühren (möglichst Klümpchen vermeiden).

Etwas von der vorhandenen Suppe hinzufügen und gut verrühren.

Die Sauce in die Suppe mischen und einige Minuten köcheln lassen (Falls die Suppe zu dick gerät immer etwas Wasser hinzufügen und bei kleiner Flamme köcheln lassen, bis die gewünschte Konsistenz erreicht ist).

Die Petersilie gut waschen, im Wasserbad mit etwas Essig warten lassen (das killt eventuelle Bakterien und entfernt Pestizide).
Nicht mehr waschen, sondern direkt aus dem Bad nehmen und das restliche Wasser abschütteln (keine Angst, die Petersilie übernimmt den Essiggeruch nicht).

Dann kleinhacken und der Suppe hinzufügen.

Mit Pfeffer abschmecken und direkt servieren.


Guten Appetit! :))


Türkce versiyonu icin tiklayin: Sebze Corbasi