ÇOCUK & AİLE: Normal doğum mu, sezaryen mi ?

Herkese merhaba,




geçenlerde TV kanallarını tararken NTV' nin gece bülteninde benim ilgimi çeken konu konuşuluyordu.

Op. Dr. Gülnihal Bülbül konuk olarak Türkiye'deki sezaryen doğumları ile ilgili istatistikleri paylaşıp normal doğuma yönelik bilgiler veriyordu.
Özet olarak Türkiye dünya çapında sezaryen doğum oranında ilk 5' e girdiğini belirtti. Bu bizim için övünecek bir durum olmaktan bir hayli uzak olduğunun altını çizerken, gelişmiş ve çok gelişmiş ülkelerde (başta Norveç, Hollanda ve Almanya gibi Kuzey Avrupa ülkeleri) normal doğum oranlarını oldukça yüksek olduğunu istatistikler ile belgelemişti.

Sezaryen neden bizim ülkede bu kadar popüler oldu?

Başlıca sebeplerden biri gebelerin doğum sancısı ve komplikasyon korkusudur. Bunu bolca besleyen de genelde özel hastanelerin ticari çalışma felsefeleri ile baskı altında kalan saygın doktorlardır. Onun dışında 30/35 yaşlarını aşan hamile bayanlara da sezaryeni tek risksiz doğum şekli olarak sunmaları da ayrı bir konu. Ben buna bizzat şahit oldum ve ne kadar insafsızca tıbbi olasılıkları yalanlar ile abartarak insanların korkularını tetiklediklerini Berrak'ın doğum hikayesi yazısında sizler ile paylaştım.

Sezaryen dedikleri kadar düşük riskli ve güvenilir midir?
Ya da bu şekilde sorayım: Normal doğum gerçekten bu kadar zor ve korkutucu mu?

Kendi tecrübelerime dayanarak normal doğum hakkında ne çok iyi, ne de çok kötü şeyler diyebilirim. Aslında her konuda olduğu gibi bunda da artılar ve eksiler mevcuttur. Biraz araştırıp kendi yaşadıklarımı da katarak size en önemli artı ve eksileri yan yana listeleyip özetledim. Ben bu şekilde ne sezaryeni kötülemeyi, ne de normal doğumu yüceltmeyi amaçlıyorum. Sadece bazı şehir efsaneleri gerçekler ile aydınlatıp sizleri, sevgili hamile bayanlar, araştırmaya ve ona göre seçiminizi yapmaya davet ediyorum.





Normal doğum
Sezaryen
  • Tarih tahmin edilebiliyor, her an değişebilir (heyecan, belirsizlik)
  • Tarih seçme lüksünüz var (belli süre sarfında ve sorun çıkmazsa), ona göre hazırlıklar ve ayarlamalar yapılabilir
  • Doğum ile ilgili bilgi edinmek gerekir (süreç nasıl işliyor, doğum esnasında neler oluyor, evreler nedir vs.)
  • Ameliyat riskleri dışında doğum ile hazırlıklı bilgi edinmeniz gerekmiyor
  • Sancı doğal olarak var ama epidural anestezi ile doğum sancısız sonuçlanabilir (normal doğumu yatarak gerçekleştirebiliyorsunuz)
  • Doğum sancısız ve ağrısız oluyor
  • Vajina' daki hassasiyet değişebilir (cinsel ilişkiyi olumsuz etkileyebilir)
  • Vajina' da herhangi bir değişiklik yaşanmıyor
  • Doğumdan sonra tüm ağrılar sona erer. Sadece yırtılma oluştu ve dikiş atıldı ise rahatsızlık yaşanabilir
  • Ameliyat sonrası ağrılar, 1 gün yatak istirahati 6 haftaya kadar uzayabilen iyileşme süresi, hamilelikte ki kan pıhtılaşma sorunu tromboembolizm riskini arttırır
  • Hastaneden 3-4 gün sonra ayrılabilirsiniz
  • Hastanede ortalama 5-6 gün kalmanız gerekir
    Tahmin edilen etkiler
(kanıtlanmış değil):
  • Bebeğin doğal doğum sürecini yaşaması ona anne karnındaki sürenin bitip, yeni yaşamına hazırlamasını sağlayabilir. Bu ayrıca onu yaşadığı stresli durumları için psikolojik olarak dayanma gücünü oluşturmasına yardımcı olabilir.
  • Bebek aniden koruyucu ve güvenli ortamdan habersizce çıkarıldığından dolayı olumsuz etkilenebilir. Onun stresi travma oluşturabilir.
  • Anne adayın doğumda aktif rol alması ona eşsiz hisler yaşatır. Mutluluk hormonları tavan yaparken, olumlu düşünceler onun özgüveni' ni arttırır ve kendi gücü ile bu sonuca vardığının başarısı ona gelecek ayların zorluklarını psikolojik olarak daha kolay atlatmasına yardımcı olur.
  • Sezaryen sonrası birçok anne kendini doğumda fazla rol almadığı için yetersiz hissedebilir. Bu durum loğusa depresyonunu olumsuz etkileyebilir.
  • Alerjik annelerin bebeklerinde alerjilerin ortaya çıkmasının olasılığı normal derecededir
  • Alerjik annelerin bebeklerinde alerjilerin ortaya çıkmasının olasılığı 7 kat artabiliyor (kaynak: Norveç araştırması)

İki doğum yönteminde aynı oranda yaşanabilen riskler ve olumsuzluklar:

  • Kanama
  • Enfeksiyon
  • Cinsel birleşme esnasında ağrılar
  • Lohusa depresiyonu
  • Ölü doğurma riski
  • Bebekte beyin kanaması

Türkiye' deki sezaryen doğumların oranı gittikçe artıyor. 
Bu durumu normalleştirmek için özellikle devletin dur demesi gerek. Bunu çeşitli inkanlar sağlayarak proje haline getirilmesi için devlet kurumların harekete geçmesi şart.
Örneğin Sağlık Bakanlığı ve Aile Bakanlığı el ele verip ortak çalışmalar ile gebeleri bilinçlendirip, normal doğumdan korkmamalarını sağlamaları gerekir.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi kadınlara yönelik çalışmalar baz alınabilir.

Örnek olarak yapılabilen yenilikler:
  • Doğumun hastalık kategorisinden çıkıp doğal ve özel bir tecrübe olduğunu yeniden keşfetmemiz gerekiyor.
  • Hastane yerine devlet tarafından işletilen Doğum Evlerinde güvenli doğum yapma olasılığı sağlanabilir.
  • Ebeler doğumlarda daha aktif rol almalarına izin verilebilir ve doktorlar yardımcı konuma getirilebilir (en azından el ele çalışmaları, doktorun ebeden üstün pozisyonda olmamalı).
  • Doğum sancıların azalmasına yardımcı olan teknikler kurslarda ücretsiz sunulabilir.
  • Suda doğum gibi alternatif ve rahatlatıcı yöntemler ile normal doğum kolaylaştırılabilir

vs vs...



Önemli olan bu olanakları ücretsiz ve devlet güvenliği altında sağlamak.
Böylece normal doğumu kolaylaştıran yöntemler sadece lüks hastanelerin sundukları pahalı servislerine mahsus olmaktan çıkar. Her kadının doğal hakkı para uğruna çiğnenmemeli.
Ne şekilde doğum olursa olsun, kadınlara bu olanaklar ücretsiz ve güvenli olarak sunulabilmesi gerekir. Seçim hakkı anneye mahsustur. Seçimini yaparken ona en uygun yöntemi sağlamakla destek veremiyorsak, hiç kendimizi dünya çapında üstün görmeyelim bence ...

Bu konuda görüşlerinizi bizim ile paylaşmanız beni çok mutlu eder. Yorum bölümünde bunları dile getirebilirsiniz.


Şimdiden teşekkür ederim :)

ÇOCUK & AİLE: Berrak' ın doğum hikayesi

Herkese merhaba,


Berrak Nil, 24.09.2012


1 Şubat 2012 'de jinekolog bana ''Gözünüz aydın, hamilesiniz'' dediği anda önce şoka girdim, sonra da sevinçten ağladım. Biraz şaşkın dediklerini dinlemeye çalıştım ve yeni gelişmeyi sindirmeye çalışırken aniden ''... embriyo 'nun gelişimine bakarsam sezaryen doğumunuz 20 ila 24 eylül arasında olabilir'' dedi.

İkinci şok! Sezaryen mi?? Neden?? Hasta mıyım, bebekte sorun mu var? Ama hiç sorun yoktu ki. Yoksa korunmak için aldığım haplar ile mi sorun var? Yok canım...
Derken benim yerime eşim söz alıp doktor hanıma sordu. Gülümseyerek ''Yok yok. Endişelenmeyin ikisi de sağlıklı görünüyor. Ama eşinizin yaşı itibarı ile sezaryen doğum yapmamız şart. Hem anne için kanama riski düşük, hemde bebek için ölü doğma riski ortadan kalkıyor. Hiç merak etmeyin. Bizde emin ellerdesiniz. Hastanemizde yılda xxx kez bu prosedürü gerçekleştiriyoruz ve şu ana kadar hiç komplikasyon olmadı. Ayrıca odalarımızda...''
Şaşkınlıkla sürekli sırıtan doktorun monoloğun dinlerken, kendimi bir mağazada satış personelinin konuşmasını dinler zannettim. Yaş itibarı mı?? Tamam 37 yaşındayım ama bu otomatik olarak normal doğum yapamam mı demek oluyor? Bu nasıl bir saçmalık!
Sizler bu şaşkınlığıma tebessümle cevap verirsiniz, biliyorum. Ama ben o aralar taze gelin olarak henüz 5 aydır Türkiye' de yaşıyordum ve bu tür gerçekler ile yeni yeni tanışıyordum.
Sezaryene karşı değilim genel olarak. Ama bunu ticarete bağlayıp hamilenin korkularını kullanarak pazarlamak da yararlı olmaktan çıkıyor.

Ben devlet hastanesi dahil her yerde sezaryen adayı muamelesi gördüğüm için Almanya' da doğurma kararı aldım. Bendeki olası riskini güya hiç bir doktor üstlenmezmiş efendim. Eh, öyle olsun dedim.

Temmuz 2012`de annemlerin yanına Almanya' ya gittim. Uçak seyahat şirketleri tarafından belli bir hamilelik döneminden itibaren yolcu olarak kabul edilmediğim için doktor raporu ile seyahat edebildim. Bu benim için de iyi oldu, çünkü ağırlaşmaya başlamıştım ve yaz sıcakları tam olarak eziyete dönüşmeden serin alman havası beni kurtardı.

Almanya' da ilk jinekologuma göründüm. Türkiye' deki doktorların sezaryen için gösterdikleri sebepleri anlattığımda kafasını şaşkın şaşkın salladı: ''Tabii ki yaşınız ilk doğum için ideal değil. Ama tıbben bu sezaryen için bir gerekçe de değil. Genel sağlık durumunuzda sakınca olmadıkça normal doğumunuzu rahatlıkla yapabilirsiniz. Zaten size eşlik eden ebe doğumu an be an takip edecek. Herhangi komplikasyon oluşursa hemen ameliyata alma imkanı var zaten. Bu yönteme sadece gerektiğinde, anne ve/veya bebeğin sağlığı tehdit altında olursa başvururuz.''

Bu sözleri içimi rahatlattı. Aylardır farklı doktorların olumsuz konuşmalarından sonra nihayet güvene bildiğim ve rahatlatıcı cevaplarımı almıştım. Doktor bey gerekli periyodik muayenelerin listesini yapıp, Türkiye' den getirdiğim tetkikleri sonuçlarını inceledikten sonra kendime bir ebe seçmem gerektiğini söyledi. Ayrıca yakınımdaki hastaneleri gezip, doğum yapmak istediğim yeri en kısa zamanda belirleyip başvurumu yapmam gerektiğini belirtti.

Alman' ya da sağlık sigortası tüm doğum masraflarını artı hamilelik ve doğum sonrası ebe ziyaretlerinin ücretlerini karşılıyor. Zaten doktordan ziyade doğum ve bebek sağlığı ile ilgili daha fazla ebe ilgilenir. Tabii ki tıbbi muayeneleri jinekolog ve pediatrist tarafından yapılır ama diğer sorular ve psikolojik destek için en başta iyi bir ebe seçmek şarttır. Ebeler evine gelip doğum öncesi hazırlıklar ile ilgili bilgi verir, ne lazım ne gereksiz diye öğretir. Hastane çantası hazırlığından tutun doğumda nefes alma egzersizine kadar hepsini öğretir. Tecrübelerini kullanarak normal doğumdan korkanların sorularına yanıt verip onları baskı yapmadan cesaretlendirir.


Hastane'deki doğumhane


İlk önce kendime hastane seçmeye karar verdim. Belirtmem gereken bir nokta var, bahsettiğim hastaneler hepsi devletindir. Bizdeki özel hastanelerin yoğunluğu Almanya'da yok. Hastanelerin % 90 'ı devletindir ve her konuda Türkiye'deki özel hastaneler ile rahatlıkla yarışır.




Arkadaş çevremdeki yeni annelere danışıp hastaneyi aslında belirlemiştim ve hemen başvurdum. İlgilenen ebe tecrübeli iki çocuk annesi ve bana hemen tavırları ile sempatik olan benim yaşlarımda bir kadındı. Arkadaşlarım doğurmak istediğim hastaneden ebeyi seçmeye tavsiye ettiler. Böylece doğumda yanımda olma olasılığı yüksek olup, daha sıcak ortam oluşması mümkün olabilir dediler. Ebeler hem serbest çalışıp ayrıca hastaneler için de görev alabilirler.

Ebe hanıma beni kabul edebilir mi diye sorduğumda yoğun olduğuna rağmen hemen kabul etti. Baya rahatlamıştım çünkü kabul etmeyebilirdi, sonuçta geç kalan bendim. Doğuma kalan 4-6 hafta içinde haftada 2 kez ziyaretime gelip tavsiyelerde bulundu. Ayrıca istediğim suda doğum için bilgi verdi ve dikkat etmem gerekenleri anlattı. Sıcak ve cana yakın ilişki oluştu ki kendimi o süreçte her zaman rahat hissettim. Ne zaman bir sorunuz olursa beni arayabilirsiniz, bir problem olursa size hemen yardımcı olurum dedi.

Sonra beklediğim gün geldi. Perşembe gecesi saat 3 civarında ağrısız sızısız suyum geldi. Daha doğrusu tam olarak onun olup olmadığını pek anlayamadığım için ebemi aradım. Emin olmasam bile hastaneye' ye gitmemi tavsiye etti. Kardeşim beni hemen oraya götürdü. Ve muayenede doğum sürecin başladığını, artık burada kalmam gerektiğini söylediler. Henüz hiç sancım yoktu ve ne olup biteceğini merakla bekledim. Sabah bana istediğim odaya geçme imkanını sundular. Annem yanımda refakatçı olarak kaldığı için oda' nın boşalmasını beklemek zorunda kalmıştım. Buna değerdi, çünkü diğer odalarda beraber kaldığın annelerin ziyaretçi akımını çekmektense annemle yalnız kalmayı yeğledim.
Cuma günüm doğumhane ve oda arasında 4 saatte bir mekik dokumakla geçti. Rahim ağzı fazla genişlememiş ama hafiften sancılar başlamıştı. Bebeğin kalp atışlarını da belli aralıklar ile kontrol ettiler. Suyun geldiği andan itibaren normalde 48 saat içinde doğum gerçekleşmesi gerekirmiş. Onun dışına çıkınca iltihap ve enfeksiyon riski sezaryene doğru götüre bilirmiş. Neyse ki korkacak bir durum yoktu ve cuma akşamüstü ebe bana sancı arttırıcı ilaç vermeye başladı. Ve gerçekten işe yaradı. Bir saat içinde sancılar epey arttı. Aralıkları kayıt eden kardeşim bana çok destek oldu. Gittikçe sancı artıyordu ama hala rahim ağzı fazla genişlememiş idi. Bu arada Cumartesi sabah oldu. Geceyi gide gele devirmiştim ve uykusuzdum. Ebe bana sağlam kahvaltı yapmamı önerdi ve ( eğer daha önce aralıklar 5 dakikaya düşmezse) öğleden sonra 3 de gelmemi söylemişti. Oda' da kahvaltı sonrası uzandım ama ortalama 15 dakikada bir 5 dakika sancı nöbetleri yaşıyordum. Arada sancı dayanılmaz hale geldiğinde önerdiği gibi sıcak duş aldım ve ne diyeyim acayip rahatlatıcı oldu. Keşke burada doğura bilsem diye içimden geçirdim.
Neyse ki zaman geldi ve doğumhaneye doğru süründüm. Yolda bir kez sancım tuttu ki az kalsın bayılacağım diye düşündüm. Vardığımda ebe beni yine muayene edip bebeğin kalp atışlarını kontrol etti. Artık kalıp suda doğumu hala istediğimi sordu. Ben evet dedim. 


Girdiğim ve çıkmak zorunda kaldığım küvet


Küveti hazırlamak bir saate yakın zaman aldı ki bu arada ben epey yorulmuştum. Aldığım ilaçlardan dolayı istifra ettim ve mide boş vaziyette küvete girdim. Sıcak su sancıyı hafifletse de mayıştım. Bu şekilde doğum için gereken kuvveti elde edemeyeceğim için sudan çıkmamı tavsiye etti. Saat altı buçuk olmuştu ki ben sancılardan dolayı transa geçmişim. O kadar şiddetliydi ki ne otura biliyordum, ne de yata biliyordum. Saatlerce ayakta kıvranmaktan başka bir şey yapamadım. Nefes alma tekniğini hala öğretildiği gibi yapsam bile sanki bir işe yaramıyordu. Küfür savurduğumu bile hatırlıyorum :))

Ebe bana küvetten çıktığımda sancılara bir ara vermek için epidural anestezi'yi önerdi. Karar bende olduğu için risklerini de anlattı. Ben ilk etapta yaptırmak istemesem de artık dayanamadım. Biraz dinlenmeye, güç toplamaya ihtiyacım vardı ve kabul ettim. Doktor iki sancı dalgası arasında epidurali yaparken hiçbir şey fark etmedim. Beni yan yatırıp birazdan sancıların hafifleyeceğini hissede bileceğimi söylediler. Sanki sis duvarının ardından sesler geliyormuş gibi geldi bana. Ama aynen öyle de oldu. Yavaş yavaş sancılar dindi ve rahatladım. Bu arada annem çok yorgun düştü ki uzanmak istedi ama odaya dönmeye de cesaret etmedi. Halbuki kardeşlerim de yanımdaydı. Bunu duyan epidurali yapan doktor hanım dışarıdaki yatağı içeriye getirip benim doğum yatağın yanına yerleştirdi. 




Ve böylece yan yana dinlene bildik. İyi ki epidural' e evet demişim diye aklımdan geçirdim. Gerçekten gerekli olduğunu bundan sonra anladım. Birden tuvaletim geldi sandım. Sanki büyük ihtiyacım gelmiş ve tutmaya çabaladım ki o anda ebe gelip nasıl olduğumu sordu. Utanarak tuvalete gitmem gerektiğini söyledim. Ama bu meğer bebeğin doğum kanalında ilerleme belirtileri imiş. Hemen beni sırtüstü yatırıp doğum pozisyonuna alıp ıkınma mı istedi. Kızımın kafası görünmeye başlamış bile! Nedense o kafanın çıkması tam iki saat sürdü. Ikınırken kafam çatlayacak sandım. Biraz daha, biraz daha derken son santimleri aşmayarak yine gücümü yitirip kafası geri gitmiş. '' Bu çocuğu doğura mayacağımmmm!!!'' dedim. Doktor hanım karnıma basarak çıkmasına yardım ederken ''Hiç merak etmeyin, bu güne kadar hepsini doğurduk. Başaracağız hep beraber.'' deyip bana destek verdi.



Sonra nasıl olduysa 22 Eylül 2012 ,akşam saat 23.44 de 3850 gram ağırlıkta ve 55 santim boyu ile kızım Berrak Nil dünya'ya merhaba dedi. Sessiz, sedasız, etrafa bakınarak loş ışıklı bu doğumhane ilk gördüğü mekan oldu. Ben iki saat daha doğumhanede kalıp Berrak ile muayenelerden geçtim ve sonra ilk emzirme deneyimimiz oldu. Ama hanımefendi o kadar yorulmuş ki ,emmeden uykuya daldı. Ben ise odama döner dönmez ayağa kalktım. O kadar enerjiktim ki, sanki doğuran ben değildim. Sabah 3' e kadar kızıma bakıp durdum. Anestezinin teshiri çoktan geçmişti ama doktor hanım eğer başınız şiddetli şekilde 24 saat içerisinde ağrıcak olursa hemen haber verin demişti. Çok şükür hiç ağrım sızım olmadı. Hatta rahim ağzında yırtılma bile oluşmadan doğumu atlatmışım.
Önceden o derece mutlu olduğumu hiç hatırlamıyorum, sanki uçacakmışım gibi her an kanatlana bilirim diye düşünüyordum. Bunca yorgunluk ve zorlanma, sancı ve ağrı birdenbire uçup gitti. Yerine o mucizevi hormon kokteyli vücuda enerji verirken hayret ediyorsun.

Başardım.

Ve bir daha hamile kalıp doğurmam gerekirse yine normal doğumu tercih ederim. Yoo, sancıyı ve acıyı unutmadım. Hala ne kadar şiddetli olduğunu pekala biliyorum. Ama buna gerçekten değer. Bunu iyi ki yaşamışım. Tam olarak sonuna kadar ağrıyı hissetmek nasip olmadıysa bile yine de normal doğum ile dünya'ya getirdiğim için çok mutluyum...

Sizler ne yaşadınız? Normal doğumu mu yoksa sezaryen mi tercih edersiniz yada ettiniz? Yorum bölümünde cevaplarınızı paylaşırsanız çok mutlu olurum...


Berrak Nil, güncel 


Sevgilerimle <3


AKLIMDAN GEÇENLER: Korku

Herkese merhaba,




günün birinde kapı çaldı. ''Kargo var adınıza'' dendi. Siparişim gelmiş.
Ama yine de içimde ufak bir KORKU...ya o değilse?
Kapıyı açtım, karşımda genç bir erkek. Elinde ufak bir paket. Gönderen kim diye sorduğumda, beklediğim cevabı verdi. İçim rahatladı.
Kargomu teslim aldım. Ayrıca TC Kimlik numaramı istedi. Aklımda değil, çantamdaki kafa kağıdımda yazılı. Kızım geldi yanıma. Başladı abi'ye soru sormaya.
Ben kapıyı kapatmadan salona gittim, içimde ufak bir KORKU... ya kız kaybolursa?
Kulağıma konuşmaları geldi. Abi her sorusunu yanıtladı gülümseyerek. Zaten kolay kolay gidemez, güvenlik bırakmaz kapıdan. İçim rahatladı.
Genç adam kızımı pek tatlı buldu, allah bağışlasın dedi. Ona kısmet olmamış, keşke talihi bu kadar kötü olmasaymış. Sebebini sordum, başladı anlatmaya. Uçuk bir hikaye. İçime ufak KORKU girdi... ne diye bana anlatıyor? Acaba...
Yok,hayır.
Hikayesi'ni anlatırken gözlerinde birşeyler gördüm. Acısı gerçek. Hikaye uçuk da olsa yine de imkansız değil.
Bir kızı sevmiş Üniversite'de. Hindistan'dan gelmiş bir yıl için. Karşılıklı aşk yaşanmış. Kız dönmüş süresi dolunca. Gözleri yaşlı. Ayrılmışlar ama unutamamış. Genç aşık dayanamamış, peşinden gitmiş o uzak diyara. Bulmuş evini, çalmış kapısını. Açan babası. Kız arkasında. Sus pus duruyor. Oğlanın gözüne bakamıyor.
Romeo toplamış cesaretini, seviyorum kızını evlenmek istiyorum demiş. Baba köpürmüş. ''Benim müslümana verecek kızım yok!! Hepiniz birer terröristsiniz!!'' Def etmiş gencimizi.
İçimdeki küçük ses diyor ki: ''Bunu diyen baba değil. O sözleri söyleyen içinde yatan kocaman KORKU...''

O ara telefonu çaldı. Aşağıdaki sürücü nerede kaldığını soruyor. Özür dileyip koşa koşa asansöre bindi. Ben arkasından ona şans dileyip, umarım herşey düzelir diyorum. Ama nafile.
Düzelmeyeceğini ikimiz de biliyoruz.

Çünkü her taşın altında yatan o KORKU, geceleri kabus olarak üzerimize çöküp bizi uykusuz bırakmaktan çıktı.

KORKU- ülkeleri bölüyor
KORKU- canları alıyor
KORKU- kadınlarımızı esir ediyor
KORKU- masum çocukları öldürüyor
KORKU- diken üstünde yaşatıyor
KORKU- komşuları birbirine düşman ediyor
KORKU- sevenleri ayırıyor

ve daha fazlası...

KORKU kendimizi korumamız için doğanın mekanizması olmasında çıktı.

KORKU bir kelepçe oldu, bizi biryere esir eden. Her anında o buz gibi soğuk his içimizi ürpertiyor, kalbimizi sıkıştırıyor. Bunu alet olarak kullananlar bize gülüyor. Eller ovuşturuluyor, işler tıkırında.

Ama unutmasınlar ki günün birinde KORKU onları da bulacak...



ETKINLIKLER: trnd Projesi "Vernel Max Taze Gül" Konsantre Çamaşır Yumuşatıcısı

Herkese merhaba,




trnd.com.tr tarafından düzenlenen yeni proje hakkında duymayan kalmamıştır eminim. Proje' ye katılma davetini e-mail olarak aldığımda hemen şansımı denemek istedim. Son projelerinde yer alan sayısız blogger tarafından paylaşılanları ilgiyle izleyip denemeyi ve test etmeyi seven birisi olarak ilk fırsatta katılmayı düşünüyordum zaten.
Ve bu sefer şansım yaver gitti ve ilgi alanıma giren Vernel Max için deneme fırsatını yakaladım.

Vernel ailemizde kullanılmayan marka değildir. Yıllardır almanya' da yaşayan annemin kullanmaktan vazgeçmeyen ürünü sayılır. Bende kendi evimde bu geleneği devam ettirip kullanıyorum. O yüzden yenilenmiş formülü ile haftalarca kalan kokusunun ne kadar doğru olduğunu bende görmek istedim.

1000 trndci bir ay boyunca ürünü test edip zaman zaman gelen 3 ayrı online ankette görüşlerimizi bildireceğiz. Ayrıca çevremiz ile de paylaşma fırsatı tanıyıp deneme boyuttaki tanıtım ürünleri de beraberinde gönderildi.
Her katılan trndci de o kişiler ile anket yapıp, Vernel Max hakkında ne düşündüklerini trnd ile paylaşacak.

Ben kargoyu aldığım gün tesadüfen çamaşır yıkamaya niyetlenmiştim ve kapı çalıp kargoyu aldığım tam isabet oldu.
Her zamanki gibi ilk etapta kapağını açıp Vernel Max' ı kokladım... ve hafif Gül kokusu ile içim anında ferahlandı. Ben kokulara duyarlı biri olarak özellikle yumuşatıcı gibi sürekli burnumda olan koku kaynağının bana hitap etmesine dikkat ederim. Eğer kokusunu beğenmiyecek olsaydım bunu elbette belirtip deneme sürecini sonuna kadar devam ettiridim ama keyif almam mümkün olmayacaktı. Neyse ki Vernel' e güvenim ilk etapta sarsılmadı ve umarım ki Vernel Max hakkında gelecek bir ay boyunca olumlu düşünmeye devam edeceğim...

Test süreci bittikten sonra size de ayrıntılı yazı ile fikirlerimi bildireceğim ve ürünü alıştığınız kategorilerime göre değerlendirip puanlandıracağım.


Proje ile ilgili bilgiler için tıklayın:


ÇOCUK & AİLE: Elveda emzik

Herkese merhaba,




itiraf ediyorum ki emzik konusu Berrak'ta biraz ihmale geldi.
Daha doğrusu ilk deneyimimiz fiyasko ile sonuçlandıktan sonra, kızımın üstüne varmadım. Zaten sadece gece kullanıyor diye o zekinin tadını çıkarmasını istedim.
Ekim' deki dişçi randevum'da Berrak' da muayene esnasında yanımdaydı. Doktor amcasına iyi asistanlık yaptı, hatta dişlerimi temizlerken ona nasıl yapmasını gerektiğini bile söyledi :))
Ben baştan beri ona diş bakımı hakkında düzen kurdum. Günde iki kez muhakkak diş fırçalarız. Tatlıyı biraz fazla kaçırdığımızda hatta 3.
Ben daima dişlerim ile sorun yaşadım ve bu yüzden biraz titiz davranıyorum. Ama fazlasının da o körpe dişlere zarar verdiğini doktor tarafından belirtildiği için abartmıyorum.

Bu ziyaretimizde Berrak' ın dişlerine de bir göz attı ve öndeki iki dişin öne doğru eğrildiğini gördü. Emzik kullandığını söyledim ve doktor bey muhakkak en kısa zamanda bırakması gerektiğini belirtti. Sadece uykuda kullansa bile zararın büyük olduğunu vurguladı. Tabii ki aniden bırakmak her iki taraf için (ebeveyn ve çocuk) zor süreçtir, zaten bir kez yaşamıştık. Bunu biraz da olsa hafifletmek için süreci uzun tutup konuşarak zeminini hazırladık. Emzik perisi yöntemini biraz değiştirip ''operasyon emzik'' e başladık. Ekim'den bu yana bir kez iki gece emziksiz deneyim yaptık ama uykusunda büyük sorunlar yaşadığımız için bir adım geri attık. Araya hastalık ve gelen misafirler girdi ve normal ev ortamımıza geri döndüğümüzde ikinci fırsat tesadüfen elimize geçti.

Berrak' ın emziğinde yırtılma oluştu ve bu durumdan çok rahatsız oldu. Hatta ona sinirlenip köşeye fırlattı ve '' emzik kırıldı, dişimi acıtıyoooy'' diye dert yandı. Ve beklendik an geldi. Son deneyimimizde ona bu son emzik olduğunu ve yenisini artık ona vermeyeceklerini söylemiştim. Artık büyüdüğünü, abla olduğunu ve küçük bebişlerin emziklere daha fazla ihtiyaç duyduğunu belirttim. Zaten bebeklere merakı büyüktü ve dediklerimi mantıklı buldu sanırım. Ayrıca yaşıtlarının hiçbirinin artık emzik kullanmadıklarını biliyordu. Böylece alternatif emzik artık bulamayacağımızı ve eski emziğini de sevmediği için emziksiz yatması gerektiğini kabul etti. Hatta kendi eliyle çöpe attı.

İki haftadır emziksiz uyuyoruz. Sorun yaşadık mı? Evet, maalesef gündüz uykumuz tarih oldu ve akşama kadar uyanık olmak onu geriyor ve her minnacık olumsuzlukta ağlamaya başlıyor. Bizde arada kötü oluyoruz her istediğini yapmadığımız için ama biraz sakinleşip şefkat görünce yine her şey yoluna giriyor.
Yatarken de artık emzik yerine bol bol masal anlatıyoruz ki babası bu esnada devreye girip ona sarılıp uyuyor. :)

Emzik onu rahatlatan ve teselli veren aletti. Onun yokluğu üzücü olduğu gibi bu durumları artık farklı şekilde başarmasını öğreniyor.
Bu sürecin daha birkaç ay devam edeceğinden eminim. Anlayış gösterip konuşarak bunu da başaracağımızdan terredüttüm yok.
Eğer siz bu zor süreç hakkında fikirlerinizi ve tecrübelerinizi bizim ile paylaşmak isterseniz, değerli yorumunuzu yazının altında okumaktan mutluluk duyarım...





Sevgilerimle <3

KİTAPGÜNLÜĞÜM: Umutlu Ev Kadını artık Vikitap ve 1000Kitap' ta

Herkese merhaba,




son zamanlarda kitap okumayı yeniden kendime alışkanlık haline getirdim ve okuduklarım hakkında fikirlerimi sizler ile burada paylaşıyorum. Genelde bu paylaşımlarım biraz geç yayınlanıyor, çünkü kafamı toplayıp beni tatmin edecek yazı hazırlamam için gerekli şartlar her zaman olmuyor (hele ki son 3 ayda). O yüzden size ilk an fikirlerimi ve yazılarım için zemini oluşturan düşüncelerimi iki tanınmış platformda sunuyorum.

Vikitap'ı ve 1000kitap'ı tanımayan kitapkurtları yoktur sanırım.
İkisi de oldukça geniş kitap hazineli platformlardır. Ayrıca olmayan kitapları kullanıcılar tarafından ekleme fonksiyonu var.
Vikitap biraz yavaş çalışıyor ve kullanım açısından daha zahmetli gibi. Ayrıca haber akışı bana Facebook' u hatırlattı, tesadüf mü bilemedim :))
1000Kitap daha göze hitap ediyor ve daha güncel fonksiyonlara sahip.

Eğer bu platformlara üyeyseniz beni oradan da takip ederseniz sevinirim...
Görüşmek üzere...


AKLIMDAN GEÇENLER: Sevgi...

Herkese merhaba,




bu aralar yine bir alışveriş telaşıdır sormayın gitsin. Nereye baksam sevgi adına tüketim çılgınlığı zirve yapmış,erkekler hesap yapıp gönüllerinin sultanı'nın değerini biçme derdindeler. Geçen gün Cafe'de otururken arkamdaki masanın diyaloguna şahit oldum. İki arkadaş sevgililer günü hediyesi hakkında bir birinden akıl danışıyorlardı. Özet olarak beraber oldukları bayanların ''son kullanma tarihlerini'' (beraberliklerinin sürecini) konuşup ona göre hediyenin büyüklüğünü tartışıyorlardı. Belli ki uzun süren ilişkileri olmayan ''zengin züppe'' takımına ait iki nur topu masama komşu olmuşlar. Muhabbetlerini dinledikçe midem ağzıma geldi. Kayınvalidem gelir gelmez orayı terk ettik ve kendimi dışarı zor attım. Sonradan düşünüp durdum. Neden şaşırıyorum ki? Ülkemizde kadınlara yapılan kötülükler 14 Şubat'ta unutulacak mı? Bakış açısı işin esasının temelini oluşturmuyor mu? Şahit olduğum bayanları aşağılayan bu zihniyet gün gelir de gazetelere manşet olmaz mı? Münevver Karabulut'a sevgililer günü alınan hediye onu o vahim sonundan korudu mu?
Maddiyat ile manevi değerimizi biçmek kadar daha saçma ne olabilir ki?
1 lira değerindeki gülü 5 liraya alıp bana o gün sevgisini gösteren biri, yılın diğer günleri 5 kuruşluk ilgi göstermemişse bana ne yarar? O güzelim tektaşı ilk fırsatta başıma kakan, benim için dünyanın borcuna girdi diye alkollü kafayla dayak atan benim beyaz atlı prensim mi oluyor?
Yanlış anlamayın, kimsenin sevgililer gününde aldığı hediyesine lafım yok. Herkes istediği gibi kapitalizme katkıda bulunsun. Yeterince ihtiyacımız olmadığı eşyalar ile kendimizi mutlu ediyoruz zaten. Ama sevgisini de yılın diğer günlerinde eksik etmesin. O zaman da eli açık olup gönülden versin. Güller ve pırlantalar ile değil, sıcaklığı ile beni yüceltsin. Sözler ile değil, kalbi ile beni mesut etsin...

Umarım hepiniz o gün (ve her gün) sevdiğiniz tarafından mutlu edilirsiniz, sevgi ile kalın...


KİTAPGÜNLÜĞÜM: Ocak ayında okuduklarım

Herkese merhaba,

2016 yılına girmeden kendime bu yıl için 33 kitap okuma hedefi koydum. Bu fikri vikitap' daki uygulamadan aldım ve başarırsam kendimle gurur duyacağım kesindir :)

Ocak ayında 3 kitap bitirmiş oldum. Genelde akşam yatmadan okuma fırsatım olduğu için, hepsini e-kitap olarak okumuş oldum. Eşim uyurken karanlıkta okumak için tek imkanım buydu. Ayrıca evimde misafirler olduğu için salonda' da ne yeterince sakin ortamı bulabiliyorum, ne de geç saatlere kadar oturabiliyorum. Bu yüzden telefondaki ePub uygulaması benim çok işime yaradı. Şu ana kadar 200 kitap kayıtlı olarak okunmasını bekliyor, bakalım hepsine sıra gelecek mi...

Her ay okuduğum kitapları kısaca özetleyerek, fikirlerimi sizler ile paylaşacağım. Bazı eserler hakkında daha detaylı yazmak gerekirse, “Kitapgünlüğüm” başlığı altında alışılmış şekilde düşüncelerimi sizler ile paylaşacağım.

Gelelim Ocak ayında okuduğum 3 esere:


Nazan Bekiroğlu - Nar Ağacı




Tarihi altyapısı olan hikayelere zaafım olduğu için, tüm kötü yorumlara rağmen kitaba şans tanımaya karar verdim. PDF kitap olarak İnternet' ten indirme şansım olduğu için, kaybedecek bir şeyim olmadığını düşündüm.
Kitabın ana konusu yazarın dedesinin ve anneannesinin tanışmasıdır.
Taht-ı Süleyman (İran) asıllı Settarhan ve Trabzonlu Zehra'nın yolları birleşene kadar yaşadıkları serüvenler, yazarın an be an bize biraz kopuk şekilde aktarması bazı okuyucuları yorabilir. Detaylı betimlemeleri ve kendine has anlatma stili bazen hikayenin akıcılığını frenliyor. Yazar dedesi hakkında yetersiz bilgi sahibi olduğu için memleketi Trabzon'dan yola çıkarak, Settarhan' ın izini sürüp İran' daki akrabaları ile görüşür. Oradan ele geçirdiği bazı fotoğraflar sayesinde zaman zaman bir rüyaya dalar gibi zaman yolculuğuna çıkıp, aktörlerin yaşadıklarına tanıklık eder. Bu sadece gözlemledikleri ile sınırlı kalmaz. Düşüncelerini ve hissettiklerini de bize aktarır. Arada kendi bilgileri ile harmanlayıp, gelecekte yaşadıklarını da bize iletir ki böylece bağlantı kurmamıza yardımcı olur.
Eser kolay okunacak ve akıcılığına kapılıp, çerez niyetine tüketilecek piyasa romanları gibi değildir. Konuya odaklanmanız gerek. Yazarın üslubuna ayak uydurmak, hikayenin akışına kendinizi kaptırmak zor olabilir. Ben yine de severek okudum. Sadece sonu beni biraz üzdü. O kadar okuyup o iki insanın birleşmesinin ne şekilde gerçekleşeceğini sabır ile beklerken, daha derin daha sarsıcı bir karşılaşma beklerdim. Bu maratonda son metreler maalesef fazla hızlı ve biraz özensiz geçti.
Sanki artık nefesi kalmamış, bir an önce bitireyim de gitsin gibi damakta tat bıraktı. Sonu bence kitaba yakışmamış ve beklentilerimi az da olsa aşağa çekti. Yoksa okuması değer kitap olarak gördüğüm bir eserdir.

Puanım: 4/5


Gustave Flaubert – Bir delinin anıları




Flaubert' in adını genelde ünlü romanı '' Madame Bovary '' ile anıldığında duyuyoruz. En ünlü eseri bu olsa da onun bir evveli de vardı. Tam 17 sinde yazdığı ve o yaşına uygun konuları içerdiği '' Bir delinin anıları'' size yazarın sağlam adımlar ile edebiyat dünyasına girişine dair tanıklık eder. Flaubert' in konular arasındaki geçişleri sıra dışı, ruh halini yansıtan haykırışlarının zaman zaman bir delinin kini anımsatan cinsindendir. Biraz dağınık ve çizgisi olmadığı gibi gözükmesi aslında o yaştaki bir gencin yaşama ve olaylara karşı ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor. ''Realizm akımının realist olmayan'' yazarı olarak tanımlanan Flaubert bu ilk eseri ile benim genç yaşlarımdaki alkollü halimde filtresiz dışa vuran monologlarımı anımsatıyor. Beynimde gelişen sorular, düşünceler ve sitemler de öyle çaresizce karmakarışık şekilde dilimden düşerdi. Nostaljik havamda bu klasiği özellikle genç okuyuculara tavsiye ederim. Eminim ki zamanı için epey modern tarzı ile bugünlerde de hayranları bol olabilir.

Puanım: 5/5


Paula Hawkins – Trendeki Kız




Modern polisiye romanı olarak son zamanlarda popüler olan bu eseri epey merak etmiştim. O kadar övgü toplayan bir kitabı okumadan olur mu düşüncesi ile yine ücretsiz e-kitap olarak indirme fırsatım oldu. Çocukluğundan beri detektif romanlarını adeta bir nefeste okuyan Gamze o eski heyecanı yine yaşamak için can atarken, bu sefer hayal kırıklığına uğradı. Ana karakterin psikolojik sorunları ilk başta enteresan gibi görünse de ilerleyen sayfalarda epey sıkıcı haller aldı. Üstelik katilin bahçivan olması (klasik polisiye göndermesi) çok bariz şekilde ortadaydı. En azından ben bunu öyle algıladım ve haklı çıktım diyebilirim. Polisiye romanlarına yeni yeni ilgi gösterenler için ideal ve heyecan verici olabilir ama benim nabzımı maalesef yükseltmedi. Akilah Azra Kohen' ın 3 lü serisinin ilk kitabı kadar beni hayal kırıklığına uğratmasa da, bence fazla pompalanmış olduğunu diyebilirim.

Puanım: 3/5

Ocak ayın özeti bu kadar. Umarım Şubat' ta planladığım 5 kitabı okumaya fırsat bulabilirim. Sizlerin fikirlerini alma isteği ile değerli yorumlarınızı merak ile bekliyorum.


Sevgilerimle <3 

ÇOCUK & AİLE: Rüya ve korku

Herkese merhaba,


alıntı


çocuğu olan her kadın günün birinde yavrusunun korku dolu bakışları ile gece yanına gelip ''Anne seninle yatmak istiyorum'' dediğini işitmiştir. Uykulu hali ile onu eşi ile aralarına alıp sabahı etmişlerdir. Ertesi gün bu durumun sebebini araştırmaya kalktığında belki sonuç alamayıp güne devam eder. Ama bu olay bir gece ile bitmez.

Kızım Berrak gece kalkıp ara ara yanımıza gelirdi. Daldıktan sonra onu yine yatağına yatırıp geri dönerdim ki bazı geceler bu 3-4 kez tekrarlanırdı. Sabahları gayet mutlu şekilde uyanıp diğerlerinden farksız bir gün yaşardık. Gecenin birinde kızımın parkelerdeki çıplak ayaklı adımlarına kulak kabartmış şekilde uyandım. Yanımıza gelecek derken, koridorda gezindiğini fark ettim. Kalktığımda bir baktım ki Berrak daire kapısının önüne oturmuş ağlıyor. Beni görünce kucağıma atlayıp bana sıkı sıkı sarıldı ama yatağına dönmek istemedi. Salonda oturup biraz konuştuk ama yine uyanıp dolaşmasının sebebini açıklamadı. Bu böyle devam etti. Haftada 2-3 kez uyanıp koridorda geziniyordu. Bazen uyanıktı ve yatmayı reddediyordu, bazen kucağıma aldığımda uyumaya devam ediyordu. Uyur gezer diye endişelendik ama kayınvalidemlere tatile gittiğinde durum normalleşti.

Eve döndüğümüzde uzun süre sorun yaşamadık.
Bir akşam Berrak'ı yatırdığımda birden bana “Anneciğim, babamın (bizim) yatağında yatabilir miyim?” dedi. Neden olarak komşumuzun çocukları çok gürültü yapıp, onun uyuyamadığını gösterdi. Haklıydı. Yeni taşınan komşunun çocukları her akşam paldır küldür sesler çıkarıp onun uyumasına engel oluyorlardı. Ben isteğini kabul ettim ve yatağımızda derin uykuya daldığında odasına geri götürdüm. Artık bu sebebi neredeyse her akşam öne sürüp kendi yatağında yatmak istemedi. Bir akşam komşular yoktu ve Berrak'a ses olmadığını, bu gece yatağında rahat rahat uyuyabileceğini söyledim. Ama o bunu kabul etmedi. Konuştukça esas sorunun odası olduğunu söyledi. Odasını artık sevmediğini, burada yatmak istemediğini ağlayarak açıkladı. Neden sevmediğini söylemek istemedi yine.

Yavaş, yavaş içime kuşku düştü. Acaba gece uyanıp gördüğü rüyanın etkisinde kalıp odasında onu korkutan birşeyler mi görüyordu? Öcülerin ve canavarların gerçek olmadığını biliyordu. Televizyondaki korkutucu karakterlerin de ona zarar veremediklerini her fırsatta dile getiriyorduk. Ama gel gelelim ki bu yaşlarda çocuklar gerçek ve kurguyu ayırt edemiyorlar.
Bunun sebebi ise beyindeki prefrontal korteks' in henüz gelişmemiş olmasıdır. Beyin'in bu bölümü bütün kaynaklardan gelen bilgileri düzenleyip birleştiriyor. Burada ne şekilde davranacağımıza dair karar kılarız. Aynı zamada beynimizin yargı mekanizmasıdır. Duyu organlarımız ve sinir sistemimizden gelen çeşitli bilgilerli sistematik olarak denetleyip o durumda nasıl davranmamız gerektiğinin emrini verir. Gelişmesi en uzun süren bölümdür ve ergenliğe kadar uzanır.
Özellikle 0-14 yaş aralığındaki çocuklar için (mesela reklamlardaki) subliminal (bilinçaltı) mesajlar çok daha büyük tehlike oluşturuyor. Fark ettiyseniz çocuk reklamlar esnasında adeta televizyondaki görüntüye kilitleniyor ve sanki transta imiş gibi söylenenleri tekrarlıyor. Prefrontal korteks' in gelişmemiş olması her gördüğünü ve duyduğunu gerçek olarak algılıyor. Anlattığımız masallardaki kötü karakterler kahramanın kadar onun için de tehlike oluşturduğunu varsayıyor ve bundan yeterince eminse bu rüyasında da konu oluyor. Rüyalarını anlamaları ve anlamdırmalarının aşamaları 9 yaşına kadar kademe kademe ilerler. Bunun ile ilgili ünlü psikolog Piaget bilimsel olarak çalışmalarında açıklık getirmiştir.


alıntı


Çocuğun yaşı itibarı ile hayal gücü geliştikçe rüyaları da kabusa dönüşebiliyor. Bu özellikle 4-7 yaş aralıklarında görünüyor ve gelişimlerinde normal bir süreçtir. Bu yaşlardaki kabusları hafife almamamız gerekiyor. Gelecekteki kişisel gelişimleri ve sosyal yaşamlarının sağlıklı olması için ailesi tarafından korkulu rüyalarının etkisi hafife alınmaması gerekiyor.

Berrak' ın kabus gördüğüne emin olmuştum. Konuşarak zamanla odadaki gece lambasının ışığının yansımasından oluşan gölgelerin duvar süslerini ne kadar etkilediğinin farkına vardık. Gece uyanınca rüyanın etkisi altında yansımaların birer canavara, sevdiği aslan çıkartması kükreyen dev pençeli bir yaratık haline geldiğini öğrendik. Hem ışıklandırmayı hem de süslerde değişiklikler yapıp artık daha rahat bir gece geçirmesi için zemin hazırlasak da sorunun bu şekilde çözüme varmadığını pekala biliyoruz. Ama en azında ilgi gösterip diyalog kurmak ile onun korkusuna önem verdik ve vermeye devam edeceğiz. Yatmadan okuduğumuz masalları daha dikkatli seçerek, gün içerisinde korktuğu şeyler hakkında konuşup, bilinçaltında yerleşmemesinde yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Bu konu hakkında sizler ne yapıyorsunuz? Yaşadıklarınızı yazımın altında yorum olarak paylaşırsanız sevinirim :)


İlginiz için teşekkürler...

Bilimsel Kaynaklar: