Yeni yıla 5 kala...

                   

2015 yılının son günlerinde tüm okuyucularıma, ziyaretçilerime, blogger arkadaşlarıma ve ailelerine mutlu, huzurlu ve sevgi dolu 2016 diliyorum. 
2014 e hasta girmiştim, 2015 e yolda bir tipiye yakalamıştık. Bu sene evdeyiz, hem hastayız hem de İstanbul' a bolca kar gelecekmiş...

Umudumu yitirmeyip seneye şeytanın ayağını kıracağıma eminim, herşey gönlümüzce olacakkkkkk... :))

ÇOCUK & AİLE: Kreş mi, Crash mi?

Herkese merhaba,



kızım Berrak 3 yaşında ve bu zamana kadar günleri tek çocuk olarak hep benimle ve büyükleri ile geçti. Yaşıtları ile olsa olsa ziyaret ettiğimiz arkadaşlarda ve gittiğimiz oyun parklarında karşılaşırdı ki bu tanışmalar oradaki geçirdiğimiz vakit ile sınırlıydı. Büyük şehirde yaşamanın dezavantajı, insanların birbirinden kopuk olup sosyalleşmenin zorlaşmasıdır. Hele İstanbul da daha da güç. Bu yüzden ben hala buraya adapte olamadım. Mesafeler, yollarda ve trafikte boşa geçirdiğimiz zaman insanları gittikçe birbirinden uzaklaştırıyor. Miniklerimiz için bu daha da zor tabiiki. Yaşıtları ile zaman geçirme imkanları daha kısıtlı ve sürekli planlı hareket etmeleri gerekiyor.
Berrak ın ihtiyaçları yaşı ile değişti. Benim ona vereceğim artık yetersiz kalıyor ve yaşına uygun eğitim, edinmesi gereken arkadaşlıklar ve böylece olumlu yada olumsuz tecrübeler dünyayı tanıması için önemli.
Özünde sosyal çocuk olduğu için sevecen ve cana yakın yaklaşır ve herkes onu hemen kabul edip pozitif yaklaştıklarını sanıyor. En azından büyükler öyle diye biliyor.

Ama çocuklar aralarında öyle değiller. Onun ile oynamak istemeyen, git burdan diyenler olduğunda Berrak genelde donup kalıyor ve nedenini anlamadığı için artık biraz çekingen yaklaşmaya başlıyor. Muhtemelen kendisinin yanlış bir şey yaptığını düşünüyorum. Eşim ile müdahale etmeyip olayı izelemek ile yetiniyorduk. Sonra yaşadıklarını analiz edip sebepleri açıklamaya çalışıyorduk. Ama o çocuk ile daima görüşse belki arkadaş olabileceğini, o anda sadece ters davranmış olabildiğini izah etsek bile yaşamadıkça sadece sözlerde kalacağı aşikar. Bunun için devamlı görüşebileceği çocuk grubu ile beraber olmasının zamanı geldi. Ama tabiiki yaşına uygun eğitim de görmesi gerekir ve ortam düzgün, ilgilenen kişiler donanımlı, orada geçirdiği zaman kaliteli olması gerekir ki boşuna gitmiş olmasın. İş uygun kreş bulmak ile başlıyor.
İstanbul kazan ben kepçe deyip yola çıkmak tabiiki anlamsız. Çevredeki kreşlerin listesini çıkarsam bile doğrusunu seçmek için neye dikkat etmeliyim ki?

Uyguladıkları eğitim sistemleri kulağa hoş gelse bile işe yarıyor mu yoksa sonuçta balon gibi şişirilmiş bir moda akımı ve pedagojik olarak boş mudur? Dil eğitimi veriyorlar mı? Beslenme planları dengeli mi yoksa alıştığından çok farklı mı? Velileri ne şekilde bilgilendiriyorlar ve iletişim kurmak zor mu? Faaliyetler ve etkinlikler nedir? Diğer veliler ile tanışma imkanı sunuyorlar mı? Müdür veya işleten kişi işini severek mi yapıyor yoksa olaya ticari mi yaklaşıyor? Gruplar kaç çocuktan oluşuyor? Eğitmen başına kaç çocuk düşüyor?....

Sorular, sorular, sorular...
Anlaşılan yola çıkmadan ön araştırma yapmak kaçınılmaz ve planlı hareket etmek şart. Yoksa duvara toslamamız mümkün, kreş yerine 'crash' yaşayacağımıza eminim.


O yüzden yüce Google' a başvurdum ve ipuçları veren iki siteyi size önermek istiyorum.

  1. Anneysen.com: Anneleri ilgilendiren 1001 konu ile ilgili makaleler ve pratik bilgier yayınlayan sitede kreş seçerken neye dikkat etmeniz gerektiğini açıklamaları ile yayınlamışlar. (http://www.anneysen.com/uzman-makaleleri/detay/kres-secerken-nelere-dikkat-etmelisiniz-30755)

  1. Doğruokul.com: Kreş ve Anaokul seçimleriniz ile ilgili verdikleri bilgiler ve bunun dışında indirmek için bulunan Check listesini bulabilirsiniz. Yazıcıda çıktı alarak okul ziyartelerinizde yanınızda bulundurup önemli notlar alarak evde seçiminizi rahatlıkla yapabilirsiniz . Ayrıca kendi kriterlerinize göre sizin için en doğru anaokulları bulmak için de yardımcı olabiliyorlar.(http://www.dogruokul.com/makaleler/detay/anaokulu-secerken-nelere-dikkat-etmeniz-gerekir/73)


Copyright: www.dogruokul.com



Bu değerli bilgiler ile çaylak anne olarak ilk adımları atmak bir hayli kolaylaştı. Umarım kriterlerime uygun kreş bulmak nasip olacak, bana şans dileyin. Benim gibi arayışta olan anne ve babalara da buradan kolay gelsin diyorum :))

NOT:

Deneyimli anneler ve babalar, ekleyebileceğiniz bilgiler varsa lütfen buradan bizimle paylaşın. Teşekkürler...

MİM: Takıntılarım ve ben

Herkese merhaba,



Bu aralar popüler olan mimlerden birine katılma daveti sevgili Sevdicann tarafından gelmişti, kendisine teşekkür ederim :)) 

Ayrıca Miras Erist arkadaşımızın bu mime katıldığı yazıyı okumanızı tavsiye ederim, kalemini sevdiklerimden biridir. 

Gelelim benim takıntılarım ve sevip sevmediklerime:

- Temizlik konusunda aşırı titiz olmasam bile temizlik yaparken kendi standartlarıma göre mükkemmel sonuç alana kadar silip süpürürüm. İstediğim gibi olmazsa huzursuz oluyorum. O yüzden hiç gündelikçi almam evime. Peşinden koşup onun unuttuklarını düzeltmekten strese girerim ve üstüne dünyanın parasını öderim. Mersi, almayayım gerek yok.
Annem bana yardıma geldiğinde onu bile azarladığım oldu yıllar evvel, bana biraz kırıldı ama sonra barıştık. Artık bana yardıma gelmez para versem de :))

- İnatçının biriyim, kendimi haklı bulursam nuh derim peygamber demem. Çocukluğumda bunun dibine vurmuştum artık inatçılığım hafiflese bile yok oldu anlamına gelmiyor. Kafam atarsa yine aynı derecede ısrar ederim, o da benim kusurum olsunnn.

- Kahvekoliğim ezelden, bu önceden yaptığım işimin suçu. Vardiyalı çalıştığım için gece ayakta kalmak ve zinde olmak için koffeine saldırdım yıllarca. Artık işe geldiğimde önüme bir büyük kahve ve yanına büyük bardak su konulurdu, sinirlenince de aynı şekilde. Arkamdan " koffeini az gelmiş bugün,verin bir kahve de rahatlayalım ekip olarak" diyen bir müdürüm vardı, o derece korkardı koffeinsiz halimden ( abartıyordu bence, yamyam mıyım ben???).
Hala koffeine ihtiyacım var ve hiç sorun yaşamadan gecenin üçünde kahveye hayır demem ve üstüne inat da mışıl mışıl uyurum. Eşim mesela saat öğleden sonra üç itibari ile kahve içerse gece evde cirit atıyor, bu kadar etkilenmesini anlamadım gitti...

- Çizgi filmleri hala severek izlerim. "Buz Devri" deki Scratch benim favorilerimden biri. Hele "Madagascar" daki penguenlere hiç dayanamam. En son "Maşa ve koca Ayı" ya takıldık kızımla izliyoruz. Önceden internette rusçasını ezberlemiştik, şimdi ne dediğini artık anlıyoruz Acun sağ olsun.

- Yükseklik korkum var. Okulda yüzme dersinde 3 m platformdan atlayamadım ve birisi beni itmişti. Az kalsın boğuluyordum, öğretmen de bu olay üzeri okuldan atıldı. Zaten Gestapo ajanı gibi biriydi, sürekli çocukları aşağlıyor ve komuta verip duruyordu. Ben orada korkum ile boğuşurken arkamdaki çocuğa "it şunu, ders bitecek atlayana kadar" demiş o da yapmış. Biz umumi havuzda ders gördüğümüz için orada bulunan insanlar buna şahit olmuşlar ve okul müdürüne de bildirmişler, yoksa hala görevde olacaktı acımasız kadın. 
Biz 4. cü katta oturuyoruz ve hala aşağaya bakarken o derin suyu görüp irkiliyorum. Teşekkürler Bayan Rottenmeier!!

- Dar ve kalabalık ortamlardan nefret ederim. İstiklâl Caddesinde bile soğuk ter akıtıp aşırı strese girdiğimi bilirim. Geçenlerde H&M in bir lansmanında ünlülerin yaşadıkları ezilme tehlikelerinin videosunu izledim. Ben bu tür manyaklıklara üstüne servet verseniz bile katılmam. Cinnet getiririm ve geçiririm, bundan zevk mi alıyorlar gerçekten??

- Pazarlık yapmayı beceremiyorum. Yıllar evvel yaz tatilinde Türkiye'ye geldiğimizde pazardan bir çanta beğenmiştim. Fiyatını sordum ödeyecektim, adam beni tersledi: " Kızım sen hastamısın?? Bu fiyatı hemen ödüyorsun, indirim istesene" Ben şaşkın tavuk gibi baktım ve "Amca sen fiyatını söyledin işte, indirim yapacaksan baştan niye söylemiyorsun??" dedim. Pazarcı baktı ki bu işten anlamıyor, saf gurbetçi kuşu pazarlıktan vazgeçti, yarı fiyata verdi çantayı bana. 
Ne bileyim, ben utanıyorum pazarlık yaparken. Hiç öğrenmedim ki. Almanya' da fiyat neyse onu ödüyorduk. Teyzem mesela pazarlık uzmanı. Dil döker bir saat 5 lira indirim için. Yalvaracak az kalsın. Onunla alışverişe çıkmam zaten, yerin dibine girme tehlikesi yüksek...

- Birinin başına kötü bir şey gelse, ne olursa olsun onu teselli etmek için olaydan iyi bir şey çıkarırım ( kendim inanmasam da). Misal olarak bir arkadaşımın muhabbet kuşu kedisi tarafından akşam yemeği niyetine midesine indirmişti. O hüngür hüngür ağlarken onu sakinleştirmek için " Zaten Cikcik çok yaşlıydı uçamıyordu, sesi çıkmıyordu boş boş bakıyordu. Yumak' ın ( kedi ) sayesinde şimdi kuş cennetinde daha huzur içinde." Kendisi onun cennet yolunu bu kediyi evlatlık edinmekle yapmıştı zaten ama ne diyebilirim ki? Zaten kendisi de farkındaydı ki ağlamayı bırakıp kahkaha attı. Neyse sonuç önemli, bir daha kuş almadı ve o kedi hala evde hükümdarlığını devam ettiriyor. 

- Sabırlı sabırsızlardanım. Hemen uygulanacakları beklemeden hallolsun isterim. Sırada dikilip on saat bir işlemin uyuşuk şekilde yapılmasına tahammülüm yok. Hele ATM sırası beni fazlasıyla geriyor. Ama zamanı ve yeri değilse tam bir sabır taşıyım. Beklerim...beklerim...beklerim... yok daha neler, olup bitmedi mi hala???

- Hesaplı alışveriş yapmayı bilirim, fiyat kıyaslarım ve daha uygun bulursam alırım.  Ama hiç planlamamış ani harcama yaparım sırf kızımı sevindirmek için.

- Özellikle bu aralar blogları okuduğumda yazarların görüntüleri yok ise kafamda kendilerini şekillendiririm. Tam o kitaplardaki kahramanları nasıl canlandırdığımız gibi. Yaşam alanlarını, çevreleri, duruşları, görüntüleri anlattıkları hikâyeleri ile kafamda oluşuyorlar. Size de oluyor mu?

- Nedense bir bayanın hamile olduğu zaman erkek mi kız mı doğuracağını %99 doğru bilirim. İki bacaklı hamile testi diye  lakabım vardı. Bir kez bunun dibine vurdum maalesef. Kafede otururken bir arkadaşımla karşılaştım. O ayakta olduğu için ( yazdı bu arada) gözüm bir an göbeğine takıldı. Yanımdaki diğer arkadaş ile konuşuyordu. Ben birden patavatsızca ( ki normalde hiç öyle değilim) " Kız sen hamile misin?" dedim. Uzun zamandır bebek istediği için öyle bir haber ondan bekliyordum. Birden bembeyaz oldu ve " Yok öyle bir şey, olmuyor maalesef" diye geçiştirdi. Ama huzursuzdu, doğru gitmeyen durum vardı belli ki. Sonra bana ondan telefon geldi ve ağlayarak açıkladı: Hamileymiş ama eşine bile söylememiş tam emin olana kadar. Sonra bebeği kaybetmiş ve görüştüğümüz gün ameliyat geçirmiş. Oraya da bir arkadaş ile buluşarak kafasını dağıtmaya gelmiş ve pot kırma konusunda usta olan Gamze ile karşılaşmış. Kimsenin haberi olmayan bu olayı bilmemin mümkünatı yoktu ve keşke söylemeseydim. Artık içimden geçse bile söylemiyorum, bana kötü ders oldu...

Benden bu kadar :) 

Özellikle kimseyi etiketlemedim ki sanırım çoğu blogcu arkadaş benden evvel katıldı ve yılbaşı öncesi herkes için yoğun geçiyordur. 

Okuduğunuz için teşekkürler <3

MUTFAK BİLGİLERİ: Baton kalıpta kek yapmanın püf noktaları

Herkese merhaba,




kek yaparken kullandığımız kalıplar tek sunum ve görüntüyü belirlemiyorlar.
Her tarifin öngördüğü bir kalıp şekli vardır ki sonucu ona göre başarılı olur. Kek yapmak bir sanattır o yüzden. Gramajların tutması, kullandığınız fırının pişirme kabiliyeti vs. gibi kalıbın kalitesi ve boyutu da önemli. Şahsi deneyimlerime göre yabancı tarifler ile genelde daha iyi sonuçlar elde ettim. Verdikleri ölçüler ve kalıp önerilerinin yanı sıra püf noktalarını da daima belirtirler. Maalesef türk tariflerinin büyük kısmında bu titizliğe raslanmıyor. Tarifleri veren ev hanımları da kendi ölçülerini kullanarak el ayarlarını bazında bilgi veriyorlar. Buna annem ve kayınvalidem dahildir. Tabii ki her evin hassas mutfak tartısı yok o yüzden kahve fincanı, su bardağı ile tarifleri tutturmaya gayret ediyoruz. Ben çoğu tarifleri de öyle vermeye gayret ediyorum ki sizleri zora sokmayayım diye ama elbette bu her zaman garanti sonuç vermeyebilir.

Ben baton kalıbını sıkça kullanırım. Hem şekli hem de her fırına kolayca sığdığı için daima tercih ettiğimdir.

Bu yazımda sizlere bu efsanevi kalıpta yapmak istediğiniz kekin tatmin edici sonuçlar elde etmesi için neye dikkat etmeniz gerektiğini belirteceğim...

  1. Ana malzemeleri margarin, şeker, yumurta, un ve kabartma tozundan oluşan klasik baton kek tarifini her türlü eklemeler ile zenginleştirebilirsiniz.
    Genelde metalden kalıplar tercih edilirse kekin başarılı olması daha olasıdır ki metal hamura ısıyı daha rahat dağıtabiliyor.
    Silikon kalıplar yağlamayı gerektirmiyor o yüzden kolaylık sağlayabiliyor. Metal kalıplar kadar ısıyı iyi dağıtmasa bile pişirme süresini düşük ısıda uzatırsanız nefis kekler ortaya çıkabilir.
  2. Kalıbın ¾ den fazla hamur ilave etmemeyi gayret edin ki fırında pişirme esnasında kabarıp taşmasın.

  1. Unu kuru malzemeler ile eleyip eklemeniz her zaman tercihiniz olmalı ki hamur daha iyi kabarsın ve topaklaşma oluşmasın. Onun dışında hamurda dağılması da daha kolaylaşır.

  1. Kabartma tozu ayarında bir kuralı hep göz önünde bulundurun: 1 kg una 20 gram kabartma tozu (2 paket) idealdir. Fazlası tadını etkileyebilir ve aniden kabarıp sönmesine yol açar. Daha az kullanılırsa kekiniz sert ve ince kalabilir.

  1. Toz şeker yerine her zaman farklı tatlandırıcılar kullanabilirsiniz. Mesela bal ve pekmez gibi doğal ürünler keki ıslak ve daha dayanıklı yapabilirler. Ayrıca tatlıyı pek sevmeyenler için güzel alternatiftir. Özellikle pekmez baymadan hafif tatlılık verdiği için şeker hastalar tarafından tercih ediliyor.

  1. Margarin veya Tereyağı yerine sıvı yağ kullanmak isterseniz çekinmeyin. Ben mesela zeytinyağı ile kek yapmayı tercih ederim. Limon veya narenci aromaları içeren keklerde harika oluyor ve diğerlerinde de tadında taviz vermiyorsunuz.

  1. Kekinizde meyve kullanmak isterseniz sadece parçaları unlamak ile yetinmeyin. Hamurunuz akışkan olmamalı ki ondan ağır ve sulu meyve parçacıklarını dibe çökmemesi için taşıyabilsin. Eğer donmuş meyve kullanmak isterseniz onları hamura donuk şekilde ilave etmeniz gerekir. Çözülmüş olarak kullanırsanız pişerken suyunu salmasını ve hamurun pişmemesini sağlayabilir.

  1. Isı olarak düşük seviyede ayarlamakta fayda var. Ben 160° - 170° dereceyi geçirmemeye dikkat ediyorum. Fırını çok sıcak ayarlarsanız kekin üstü çabuk kabuklaşır ve ısının içine işlemesini engeller. Bu şekilde dışı yanıp içi hamur kalır. Tavsiyem ısı 120° derecede olunca keki fırına verin ve homojen şekilde kabarmasını sağlayın.

  1. Baton kekinizi sıcak halde (fırından çıktıktan 5-10 dakika sonra) stretch folyoya sararsanız içindeki nemi muhafaza edip kurumasını engellemiş olursunuz. Bu şekilde kek 3-7 gün taze kalır. Eğer derin dondurucuya koymak isterseniz yine aynı şekilde sıcak olarak stretch folyoya sarıp iyice soğmasını bekleyin. Sonra buzlukta gönül rahatlığı ile aylarca muhafaza edebilirsiniz.

  1. Kekiniz güzelce pişti ve dilediğiniz gibi kabardı ama velakin fırından çıkınca hemen çöküyor mu?
    O halde bunu deneyin: Fırını kapattıktan sonra keki bir 10 dakika içinde bekletin.
    Fırın ile oda ısısının arasındaki derece farkı kekin şoka girmesi ve çökmesini fırının yavaşça soğması ile önlemiş olursunuz. Alıştırarak ısıya gelince kekiniz ayakta kalıp sizi üzmeyecektir.
    Bunun dışında pişirme süresinin ilk 20 dakikasında fırın kapağını asla açmayın. Bu süre içinde kek kabarmaya başlar ve ısı kaybından dolayı içindeki oluşan kabarcıklar kırılıp yıkılır ( duvar oluşmadan çöker). Kürdan testi için üzerinin kızarmasını bekleyin. Ayrıca keki daima fırının alt bölümünde pişirin.




  1. Diyelim ki misafirleriniz ve ev halkınız muhteşem kekinizi bitiremedi ya da fazla yapıp bayatladı. Eğer sokak hayvanlarına bağışlamayacaksanız ve nasıl değerlendiririm diye düşünür olursanız size ufak tavsiyem olacak: İnternet te küçük çikolata topları şu aralar çok modadır. Hem lezzetli hem de misafirlerinizin gözüne hitap edecek derecede özellikle renkli olanlar çocuklar tarafından çok seviliyorlar.
    Tarif listemden size kısayol linki ile benim favorilerim olan Romlu Pralinleri tavsiye edebilirim. En çok tıklananlar arasında olan bu miniklerin tadına doyamayacaksınız.
Ayrıca genel olarak her kekte göz ardı etmemeniz gereken ip uçlarını da ekliyorum:

  • Malzeme oda sıcaklığında olması gerekir. Soğuk olunca kabarmasını engelleyebilir.
  • Malzemeler taze olmaları lazım
  • Kek kalıbını yağlayıp unlayın. Onların yerine yağlı kağıt da kullanabilirsiniz. Eğer uğraşmak istemezseniz size Silikon kalıp kullanmayı tavsiye ederim. Hem yağlanması gerekmiyor ve oldukça pratik özellikleri var ki onları bu yazımda detayla okuyabilirsiniz: Silikon kek kalıbı alayım mı?
  • İlk etapta yumurtalar ile şekeri iyice çırpın. Şeker tam olarak erimeli ve yumurtalar krema kıvamına gelmelidir. Süre olarak kesinlikle 3-5 dakika ayırmalısınız. Kekiniz iyi kabarır ve yumurta kokmaz.
  • Un ve diğer kuru malzemeleri eleyerek hamura katın. Çırpmayın, sadece tahta kaşık ile yavaşça yedirerek karıştırın. Hamur boza kıvamında olması gerekiyor.
  • Eğer tarifte başka türlü belirtilmemiş ise keki hep ılık olarak kalıptan çıkarın.
  • Hazırladıktan sonra keki 5 dakika bekletip fırına ondan sonra verin. Kalıbı yüzeye hafifçe tıklatıp hava kabarcıklarının çıkmasına izin verin. Kek böylece kolay kabarır ve tadı oturur.
  • Fırından çıkardıktan sonra bir müddet üzeri örtülü vaziyette dinlenmesini sağlayın.





Benden bu kadar :)) Umarım kekleriniz önerilerim ile hayal ettiğiniz gibi olur...

(Fotoğraflar: alıntı)

MUTFAK BİLGİLERİ: Silikon kek kalıbı alayım mı??

Herkese merhaba,




mutfak gereçlerde silikon ile çağ atladığımızı üreticiler reklamlarda sürekli dile getirirler. Açıkcası bende bu konuda onlar ile hemfikirim.Artık tüm kek kalıp çeşitleri silikon olarak da satılıyor. Yeriniz dar ve yağlama / unlama ile uğraşmak istemiyorsanız silikon kalıplar pratik çözümler oluşturuyorlar. Özellikle kalıptan çıkarılması zor şekiller için silikon tercih sebebidir. Detaylar daha belirgin olur ve şeklini korursunuz.
Ama yine de klasik metal kalıplardan da vazgeçemiyorum.
Bu yazımda tereddütte olan arkadaşlara bu mucizevi materyalin mutfaktaki artı ve eksilerini sayarak, alışverişlerinde ve kullanımda neye dikkat etmeleri gerekenleri belirtmek istedim.

Gelelim dikkat edilmesi gereken noktalara...

  • Silikon kek kalıbınızı seçerken aşırı kokmamasına dikkat etmelisiniz
Düşük maliyetli silikonlara sağlığa zararlı olan plastik türevleri ekleniyor ki fırında ısıyı alırken keke işleme riski yaşayabiliyoruz.

  • Kalıbın kendisi fazla ince olmaması gerek. Özellikle büyük kalıplarda ince oldukları zaman hamuru kalıba aktarıp fırına verdikten sonra ısındıkça şekillerini kaybedip detaylar kaybolabilir.

  • Kalıbın etrafını saran kenarı dayanıklı ve sert olmasına dikkat edin. Böylece kalıbın kontrolsüz eğrilip bükülmesini önlemiş olursunuz. 
  • İlk kullanımda mutlaka deterjanlı sıcak su ile yıkanmalı. Genelde kalıba hamuru eklemeden soğuk su ile durulayıp kesinlikle kurulamayın. Bunun dışında yağlamaya lüzum yok.


  • Silikon kalıplarda yaşanan sorunlardan biri hamuru kalıba koyduktan sonra fırına taşırken yaşadığımız yamulma tehlikesi. Bunun önüne geçmek için oldukça kolay yöntem var: Kalıbı fırın tepsisine yerleştirip hamuru ilave edin ve bu şekilde fırına verin. Ayrıca kalıbın ¾ den fazla doldurmayın ki pişerken hamur kabarıp taşmasın.

  • Büyük hacimli kalıplarda üstünün çabuk pişip içinin sulu olma riski yüksek.Bunu önlemek için düşük ısıda (140 ile 160 derecede) ve üstüne yağlı kağıt yayarak pişirmenizi öneririm.

  • Eğer kekin kalıptan çıkması zor ise size bazı ipuçları vereyim:
    10 dakika soğmasını bekleyip kalıptan yavaşça çıkarın ama komple soğmasına izin vermeyin.

Kesinlikle bıçak veya başka kesici / delici alet ile çıkarmayı denemeyin kalıp zarar görebilir. Onun yerine kenarlardan sıyırarak çıkarın.
Kekin hamuru akışkan ve boza kıvamında olmalı. Daha katı olunca yapışabilir, o yüzden kalıbı o tür hamurlar kullandığınızda mutlaka yağlayın.

  • Silikon kalıpların temizliği oldukça kolay. Sıcak su ile rahatça temizleyebilirsiniz. Ayrıca bulaşık makinesine de dayanıklı oluyorlar.
  • Fırın dışında silikon kalıbını mikrodalga fırında da kullanabilirsiniz.
  • Silikon kalıplar derin dondurucuda da kullanılabiliyor. Parfe veya dondurmalarınızı değişik şekilde sunmanız için idealdir.





Umarım verdiğim öneriler işinize yarar ve enfes kekler ve tatlılar sofralarınızı süsler.

(Fotolar: alıntı)

KITAPGÜNLÜĞÜM: Sinan Akyüz - Şahika ve Feraye





Herkese merhaba,


yazın son demlerini yaşarken okuduğum bu kitap pek de mevsime uygun değildi açıkcası. 
Hani o klasik okuma ortamını düşlediğimiz soğuk kış akşamlarına inat, sıcacık içecek ile evin en rahat koltuğuna süzülüp battaniye ile elimize aldığımız o efsane kitaplar vardır ya... işte bu onlardan biridir. 

1915 lerin Çanakkalesinde başlayan hikayeyi okudukça birkaç ay bekleyip devam etmeyi düşünmüştüm. Ama konu beni iyice alıkoymuştu ki, bitirmeden edemedim. 
Ben tarihi romanları severim, hele ki gerçek hikâye ise o yaşananlara kendimi kaptırıp gözlerim iflas edene kadar okurum. Yeter ki konu baymasın ve yazar kaynaklarını iyi araştırıp hikâyenin hakkını versin. 

Sinan Akyüz ile ilk tanışmam oldu. Tavsiye üzeri aldığım kitaptır. Beklentim de ona göreydi. Hele kitabın ilk sayfasını okuduğumda bir hayli heyecanlandım...






Şahika ve Feraye... İki kız kardeşin birbirine bağlı kaderleri...

Konu tek bundan ibaret değil.

Kitabın başlığında yazdığı gibi de savrulan hayatların hikayesi aynı zamanda.
Bir ailenin adım adım yok oluşunun öyküsü bu.

Hikayenin başında evin büyüğü Hacı Nine sahneye çıkıyor. Erkek evlatlarını yüceltip kızları küçümseyen Nine,
hemcinslerinin yeri çocuklarının ve ocağın başında olmasını düşünüyor.
Demode olmuş felsefesi ile yaşına karşı hürmetten dolayı fazla tepki görmüyor.
Türk kadınının bu prangalardan kurtuluşunun öncüleri ailede yeni nesilin modern fikirlerini dile getirmesi Hacı Nineyi çileden çıkarıyor. Bütün bilgilerini Kuran dan alan Nine her sıkıştığında ona başvurarak karşı çıkanları susturmaya çalışıyor.

Bunun acısını en çok Şahika ve Feraye nin annesi olan büyük gelini çekiyor.
Erkek evlat doğuramadığı için ona her fırsatta laf eden ve ortamı geren Hacı Nine soyu devam ettirmesi için bir tek küçük oğlundan ümitli.
Hacı Nine devrim sancılarını yaşayan eski zihniyetin prototipini canlandırıyor. Taparcasına geleneklere, örf ve adete bağlı olan ve yenilikleri şeytani düşünce olarak lanetleyen biri olarak derinlerde yatan bir korkuyu açığa vuruyor: değişimler sıkı sıkı sarılıp sonuna kadar savunduğunu tehdit ederek ona güç ve güven veren sistemi yıkması.
Bir neslin dinozorlaşıp yeni şekillenen dünyaya uyum sağlayamaması kadar korkutucu, onun yok olmasına sebeb olacak kadar ürkütücü ne olabilir ki?

Büyük oğlu Çakır Ağa iki arada bir derede sıkışmış kalmış biri.
Bir tarafta annesinin sitemleri (ne kadar yersiz bulsa da ) dinlemek zorunda olup diğer tarafta sevdiği karısı ve ailesinin modern düşüncelerini destekleyen çağdaş baba. Ayrıca kendi babasından kalan mallarını korumak ve ayakta tutmak ile meşgul olup küçük kardeşinin haylazlıklarının önüne geçememesi de onu bir hayli yoruyor.
Esas mesele onun yeterince sert olmaması, sürekli doğruyu yapmaya ve prensiplerine aykırı hareket etmemeye çaba göstermesi kızlarının ve tüm ailenin hayatlarını yokuşa sürüyor.

Ama bu gidişatta en büyük payı olan şüphesiz küçük kardeşi Hasan.
Ailenin kara lekesi vurdumduymaz tavırları ile sadece annesi tarafından desteklenir. Kompleksli, sevgiden yoksun kalmış, ağabeyinden kabul görmemiş biri olarak arzu ettiği ilgiyi hayat kadını Dilber de görünce onun ile gizli izdivaç ederek başına bin türlü bela alır. Onda kalmaz ailesinin de fakirleşip dağılmasını sağlayarak annesine de ağır darbe vurur.

Şahika bu arada Balkan Savaşlarında gazi olanları iyileştirmek için hemşire olmaya heveslenir. Hacı Nine buna tabiiki karşı çıkar ama Şahika babasına bundan sonra onun dileklerine boyun eğeceğine dair söz verir ki o anda bunun onun için trajik olacağını o hevesle ön göremez. Adını bile hatırlamadığı arap asker Şahikanın görevi bitince evlerine onu istemeye gelince hastanede onu görüp ona aşık olduğu ortaya çıkar. Babası yıllar evvel allaha verdiği bir yemini hatırlayarak kızını o gence vermek zorunda kalır. Şahika da sözünü yerine getirmesi için gönülsüz de olsa boyun eğer. Ağırlığını tartmadan verilen söz ve yeminlerin kaderimizi değiştirebileceğine dair ibretlik misal buna derim.
İlk başta istemese ve gittiği gurbette zorluklar ile karşılaşsa da zamanla eşini kalpten sever ve hatta onun için imkansızları bile başarıp hayatını kurtarır. Böylece onu dışlayan kayınvalidesinin kalbini bile kazanır.

Feraye ise bu kadar şanslı değil. Hikayenin en büyük mağduru o dur. Şahika gurbete gelin gidince onu yalnız bırakmamak için babası tarafından başka bir arapa onu verilince çilesi başlar. Para ve güç için kendisini ingilizlere satan kocası onu altın kafeste yaşatıp zulüm eder. Sevgi ve saygıdan yoksun olan Feraye çocuklarına iki elle sarılır.
Ama büyük darbeyi üstüne kuma getirerek vuran eşi daha da büyük felakete yol açar ve sonunda Feraye nin kızı ile firar etmesini sağlar. Bu kurtuluş için büyük bedel ödeyip uzun yıllar oğlundan uzak kaldığı için evlat acısı çekmek zorunda kalır.

Kitap ile ilgili bazı yorumlar okuduğumda hikayeyi “Yaprak Dökümü” adındaki diziye benzetenler oldu. Bir ailenin başına gelecek ne felaket varsa yaşayıp dağılmasının öyküsü bazı paraleller içerse de sadece yüzeyseldir.
Olayları iki insanın bencilliğinin sonucu olarak görüyorum. Ağabey ve kardeşi arasındaki soğukluk diğer aile fertlerinin sonunu getirmiştir. Bunun temel sebebi de Hacı Ninenin katı hayat bakışıdır. Etrafındaki değişikliklere ayak uyduramayıp yanlış değerleri savunması oğullarını bir birine soğutmasını sağlamıştır.

Kurtuluş Savaşı ile eski dengelerin bozulduğu, devrimlerin getirdikleri sancıları ve ödenen ağır bedelleri kitapta ustaca hikayeye adapte edilmiş. Ülkede yaşananlar ailenin mikrokozmosuna da yansıması ve dağılması Osmanlı İmparatorluğunun dünyadaki değişimlere ayak uyduramadığı için dağıldığı gibidir.
Artık çağdaş olmayan sistemin çökmesi ve küllerinden Türkiye Cumhuriyeti nin doğması bunca kayıplara değmiş mi?
Bir ailenenin savrulup dağılması gelecek nesiller için yeni ufuklara yelken açmalarını sağlamış mı?
Özünü kaybetmeden çağdaş olmak için reformlar kaçınılmazdır. Bu herkes için geçerlidir ve tarih bunu hep bu şekilde olduğunu gösterdi.
Hacı Nine gibi kabullenmeyenler altında ezilip yok oldukları gibi Şahika ve Feraye ler bedel de ödeseler ayakta kalıyorlar.

Kadınlarımızın o yıllarda neler yaşadıklarını Sinan Akyüz etkileyici şekilde kitabında dile getirmiştir. Bazı eleştiriler bu olayları abartılı buluyorlar. Onlara tavsiyem Balkan Savaşlar ve Kurtuluş Savaşı esnasındaki insanların yaşadıkları ile ilgili bir kaç kitap okumaları. Anneannem Bulgaristan göçmeni ve hayatta iken bize o yılları anlatmıştı. Kendisi 1915 doğumlu olsa bile annesinin çektiklerini ve depresyona girip o yükün altından kalkamayıp genç yaşta intihar ettiğini biliyorum. O sebep ile bu kitabın bir kısmı kurgu olsa bile gerçekleri yansıttığına eminim.

Eğer okumadıysanız size “Şahika ve Feraye“ yi tavsiye ederim.
Stilini beğendiğim için “Piruze” adlı eserini de aldım ve yakın zamanda okuyacağım.

Kalemine sağlık...


AKLIMDAN GEÇENLER: Ekmek Parası




Herkese merhaba,

Hüseyin bey ile ilk karşılaşmamız geçen senenin Kurban bayramında oldu.
Biz eşimin ailesini ziyaret etmek için yola çıkacaktık ki, apartmanın kapısını uzun boylu zayıf bir adam açtı. İlk kez karşılaştığımız için bize kendini yeni apartman görevlisi olarak tanıttı. 
Bayramımızı kutlayıp ellerini göbeği hizasında kilitlemiş hafif eğik duruyordu.
Muhteşem Yüzyıl' daki harem ağalarının Hünkârın önünde durur gibi bir hali vardı. Ortamı yumuşatmak için elimi uzatıp "Hoşgeldiniz Hüseyin bey, yeni göreviniz hayırlı olsun" dedim. Biraz çekinerek elimi sıktı ve hafif gülümseyerek teşekkür etti. Heyecandan eşimin " Nerelisiniz?" sorusuna uzun ve hızlı bir şekilde cevap verdi. Acelemiz olduğu için fazla uzatmadan yolumuza devam ettik. Tahmin ettiğim kadar ile yaşı 60 larda, ilkokul mezunu anadolu çocuğu, ömrünü bu tip işlerde çalışarak geçirmişti.
Ailesini geçindirmek için terbiyesiz ve kibirli apartman sakinlerine katlanıp, onlar tarafından ezilerek bu duruma gelmiş gibi iz bırakıyordu. 
Ama duruşunda nedense başka birşey de seziyordum. Sanki bu göreve zoraki gelip, önceden hiç bu tür işler ile uğraşmamış ama mecburiyetten kabul edip farkettirmemek için rol yapıyormuş gibi.  Vaziyetinden utanır bir hali vardı. 
Bu beni düşündürdü. Yolculukta eşimle bu izlemimi konuştuk ama trafikten dolayı konu çabuk kapandı...

Aradan aylar geçti ve Hüseyin bey zamanla gerginliğini üstünden attı ve ayaküstü muhabbetlerimiz apartman sorunları vs etrafında döndü. İnce bir insan olduğunu her fırsatta yardımları ile gösteriyordu. Evde olmadığımızda kargoyu teslim alıp bizim için muhafaza eder, elimdeki poşetleri alıp daire kapımıza kadar taşır ve kızımla başarısız uçurtma deneyimlerimize koçluk edip uçmasını sağlar gibi bir çok görevine dahil olmayan şeyler ile sevgimizi kazandı. Ama kızının nişanına tüm apartman sakinlerinden bir tek bizi davet etmesi beni yine de şaşırttı. 

Bir gün bunu  sebebini sorar oldum ki gözleri doldu :
"Gamze hanım, eşiniz ile bana gösterdiğiniz samimiyetin karşılığı olarak sizi davet ettim. Yanlış anlamayın ben bu özel günde eş dostun dışında bana değer verenleri de görmek isterim ve beni kırmadığınız için size minettarım."
Hayatımda hiç bu kadar utanmadım. Bir insan ile hoşsohbet etmek onu bu kadar etkileyeceğini düşünmezdim. Ben kimim ki? Mesleğinden dolayı insanları küçümsemek kadar aptalca birşey olabiliri mi? Şerefi ile para kazanıp insanlığı ile parıldayan birini haksız yere elde ettiği malı ile göz kamaştırmak isteyen birinden tercih ederim şüphesiz. Ama günümüzün insanı artık öyle değil. İyi niyetli hareketler sadece yüzeysel boyutta kalıp gerçek derinlikler bomboş vadiler gibi kupkuru kalıyor. Yanlış değerler peşinde koşanlar çoğunlukta. 

Geçenlerde eşim eve geldiğinde Hüseyin bey ile karşılaştığını ve onun gerçek mesleği bu olmadığını öğrendiğini anlattı. Kısaca üniversite mezunu olup devlet memuru olarak çalıştığını ama siyasi durumlardan dolayı erken emekliliğe gönderildiğinden bahsetmiş. Aldığı emeklilik maaşı maalesef iki çocuğunu okutup ev geçindirmeye yetmediği için uzun zaman iş başvurularında bulunup sonunda bu göreve alındığını söylemiş. Böylece hem kira derdinden kurtulup 5-6 yıl sonra eşi ile geçinebileceğini, belki de bir küçük daire sahibi olabileceğini düşünüyormuş. 

Türk emeklilerimizin prototip hayatının özeti budur. Böyle olması mı gerek? Yıllarca emek verip kamuoyuna hizmet eden birisini zoraki emekliliğe ayırıp yerine donanımı olmayan ama doğru partiye yakınlığı olan birisini getirmek doğru mu?
Peki onu onayladık diyelim, o işinden ettiğin kişiye bağladığın emekli maaşını düşük tutup niye ek iş yapmasına zorluyorsun? Zamla orantılı artış neden sağlanmıyor? Ama ne desem boş, konuyu saptırmayayım...

Dün Hüseyin beye işinden memnun olup olmadığını sordum. 
"Arada bir zorlansam da görevimi yerine getirmeye çabalıyorum Gamze hanım, ekmek parası işte..." deyip isteksiz gülümsedi. 
Akşam üstü oyun parkına indiğimizde onu giriş katındaki oturan bayanlardan birinin daire kapısının önüne dikip azarladığına şahit oldum. Hüseyin bey özür diledikçe kendisi sanki yüceliyordu. Konuyu bağıra bağıra apartmana duyurmaktı maksadı belli ki. Hüseyin bey ellerini göbek hizasında kilitlemiş hafif eğik vaziyette karadenizli Valide Sultan'ın ona attığı fırçayı yiyordu. Beni fark etmemişti. Etseydi gönülsüz bir gülümse ile diyeceği şu olacaktı: 

"Ekmek parası ,Gamze hanım..."

TATLI TARİFLERİ: Elmalı Graten

Herkese merhaba,

Uzun zamandır tatlı tarifi paylaşmadım ama önümüzdeki dönem dünya mutfaklarından gelen çeşitli pastalar ve kekler listemde sıralarını bekliyorlar. 
Başı bu değişik tarif çekiyor. 
Elmalı Graten alman mutfağında sevilen Vişneli Graten'in bir türevidir. Maalesef vişne mevsimi geçti ve ev yapımı olmadıkça konserve kullanmam. Ama ileri tarihlerde yapacak olursanız altına onun tarifini de ekleyeceğim, çok da güzel oluyor mutlaka deneyin...





Malzemeler:

2-3 adet büyük elma
125 gr. yumuşak margarin
125 gr. şeker
1 çimdik tuz
3 yumurta
1/2 kg süzme yoğurt
30 gr. irmik
30 gr. öğütülmüş badem (toz)

Yapılışı:

Şeker, tuz ve margarini mikser yardımı ile iyice karıştırın. 
Yumurtaları ayırın. 
Sarılarını harça teker teker ilave edip karıştırmaya devam edin. 
Mikseri kapatıp bir tahta kaşık yardımı ile süzme yoğurt, badem tozu ve irmiği ekleyip karıştırın. 
Yumurta aklarını ayrı kapta köpürene dek mikser ile çırpın. Köpük sert ve kar gibi beyaz olup hiç sıvı kalmamalı, o yüzden yüksek devir kullanıp en az 5 dakika çırpılması gerek.
Onu da tahta kaşık ile harça yavaşça yedirin. 
Elmaları soyup ince dilimleyin yada küp doğrayın.
Bir kısmını uygun graten kalıbın dibine tek sıra olarak yayın. 
Üzerine harcı döküp kalan elmaları üzerine ilave edin.
200 derece ısıtılmış fırında 35-40 dakika üzeri kızarana dek pişirin.
Soğunca üzerine pudra şekeri ve tarçın serpip servis edin.

Vişneli versiyonu için:

350 gr. Vişne (çekirdeksiz)
1 tatlı kaşığı nişasta
1 tatlı kaşığı tarçın
1 yemek kaşığı şeker

Vişneleri üzeri biraz geçecek kadar su ile yumuşayana dek pişirin.
Soğunca süzün ve suyunu kenara alın. 
Vişneleri kalıba dökün ve üzerine harcı ilave edin. 
Tarife göre fırında pişirin.
Vişne suyundan biraz ayırıp nişasta ile bulamaç kıvamına getirin ( az az ilave edip karıştırın). 
Kalan suyu şeker ve tarçın ile bir tencerede orta ateşte karıştırarak kaynayana dek pişirin. 
Ateşten alıp karıştırarak bulamacı ekleyin ve kısık ateşte yoğunlaşana dek karıştırın.
Ilık graten'i dilimleyerek üstüne sosu döküp servis edin.

Afiyet şeker olsun...

AKLIMDAN GEÇENLER: Kibirliyim, KİBİRlisin, KİBİRLİ



Herkese merhaba,

Çocukluğumda sessiz, sakin hatta ürkek olduğumu diyebilirim. Sınıfın karşısına geçip de hazırladığım ödevimi sunmamak için yalan söyleyip evde unuttum dediğim oldu. 
Sınıf 3 gruba bölünmüş, biri diğerinden korkunçtu benim için: 
En önde sevgili öğretmen yalakaları, ders kitaplarını ezberleyip her konuya söyleyecek şey bulan, ben senden bilgiliyim tipleri. Onların önüne geçmemek için özenle hazırladığım metini didikleyen, soruları ile delik deşik edip dengemi bozmak için fırsat kolluyorlardı. Zaten bu dersten kalmamak için özellikle zor ödevi seçip artı puan kazanmak istemiştim, sunum yapmak ile bana köstek olma riski 
yükselmişti.
Orta sıralarda ilgisizlikten kalemlerini çiğneyenler kulübü yer alıyordu. Sürekli sıkılan, dersleri zaman kaybı olarak gören ve bakışları ile " Bir an önce bu işkenceyi bitir, senin yüzünden ilgisi bize kayıyor " diyenler kervanı. Gel de motivasyonunu yüksek tut...
Veeeee en arkada canavarlar tayfası, yaramazlar toplumu. Hiçbir şeyi takmayan, kıkırdamaları ve sinir bozucu hareketleri ile huzurumu kaçırmaya meraklı kitle. Konsantre bozmak için birebir, ufacık hatada abartılı şekilde gülerek tepkilerini verenler. Sopalıklar aslında ama yaşıt olunca utanmaktan başka birşey yapamıyorsun. 
Bu ortam öz güveni düşük biri için tam bir kâbus. Öğretmenim gösterdiğim sebebi inanmadığına eminim ki dersten sonra beni yanına çağırdı. Gelecek derste sunumumu mutlaka yapmam gerektiğini ve aksi takdirde notumda iyileşme yapamıyacağının altını çizip tatlı dille bana iletti. Kıpkırmızı olup yalan söylediğim için utanıyordum. 
Okula ciddi ciddi gitmemeyi düşünüyordum ki, bunun yüzünden tek şansımı kaybetmek istemedim. Ders başlayıp öğretmen beni öne çağırdığında benim ile iki dakika konuşmak için dışarıya çağırdı. Özet olarak dediği şu idi, konuşurken takıldığında karşı duvardaki lekeye bakıp sınıfı boş ver. Ona anlat. Bitirdiğinde leke güler yüze dönüşecek ve sen rahatlamış olacaksın.
Bana pek inandırıcı gelmedi ama kabul ettim. Sınıfa soru sormayı ve konuşmayı yasaklayıp ödevimi huzurlu ortamda sunmaya imkân tanıdı. Bahsettiği yöntem işe yaradı. Bitirdiğimde alkışlanıp yerime oturdum ve notumu kurtarmış oldum.
O günden sonra ne zaman sunum yapsam yada tanımadık ortama girsem, kimsenin yüzüne bakmayıp kendime güven veren hedef belirliyordum. Başımı hafif kaldırıp dimdik durmak imajım olmaya başladı. Kimseye pas vermeyen, ciddi ve kendini beğenmiş diye anılıyordum. Ama benim bundan haberim yoktu. Taa ki yeni tanıştığım biri bana itirafta bulunana kadar. Adım Bayan Kibir olarak çıkmış, benden nefret edenler bile varmış. Şaşırdığım halde kahkaha attım ve " en azından yılışık değilim" deyip konuyu geçiştirdim. Beni herkes sevmek zorunda değil, bir zahmet beni tanımak için çaba sarfetsinler. Kimseye zararım dokunmuyor, o halde bu onların sorunu diye kendime savunma yapıyordum.
Aslında hiç de öyle değildi. Zararlı olan bendim. Tutumumdan dolayı insanlara itici geliyordum. Kurduğum arkadaşlıklar ve işimden dolayı insanlara daha doğal halimle yaklaşmaya başladım. Güler yüz ve rahat yaklaşımım ile daha sorunsuz ilişkilerim oldu. Karşımdakini analiz edip mesafe koymayı da öğrendim. Ama pozitif davranışlarım ile. Hayat insanı imtihan eder. Ama özün neyse hep öyle kalırsın. Kibirli görünen insanların çoğu aslında öz güvenleri sarsılmış, incinmekten ve hata yapmaktan korkanlardır. Güçlü görünmek için ulaşılmaz izi bırakmak,  gerçek kişiliklerini keşfetmeyi bekleyen varlıklardır. Bir nevi Rapunzel öyküsüdür hayatları. Bazıları rollerini o kadar benimsemişlerdir ki, kendileri bile kim olduklarını hatırlamıyorlar. 
Kendinden eminsen zaten kibire gerek duymazsın. Hata yaptığında gülen olsa da omuz silkip olur o kadar deyip yoluna devam edersin ardına bakmadan...

AKLIMDAN GEÇENLER: Kurumuş Ağaçlar




           



Herkese merhaba, 

Blogger camiasına katılma sebepleri ve hedefler çok farklı. Aktif ve güncel blogların büyük kısmı özenle hazırlanmış sayfalar, itina ile çekilmiş resimler ve özenerek yazılmış metinler yada makaleler ile cezbediyor. Temalar blog sahibinin kişiliğine ve hakkında yazdığı konuya uygun şekilde seçilmiş ya da tasarlanmış.

Ne kadar çok emek veriliyor...

İlk fikrimden bugüne bir yıl geçti. Şöyle geriye baktığımda ne kadar çok şey öğrendiğimi, karşılaştığım blogların mimarları ile tanışıp güzel diyaloglar kurduğumu, bazı arkadaşların azimi ve imrenecek disiplin ile ne kadar ilerlediklerini, motivasyonumun düşük olduğu dönemlerde hiç beklemediğim destek ve yorumlar ile yaptığım işe ilgi gösterip beni neredeyse ağlatanları ve maalesef küçük blogcu olmamın da önyargı ile karşılayan insanların küçümseyen sözlerine ve tavırlarına maaruz kalmamı. Ama yine de devam ettim. Yazmak o kadar güzeldir ki, küçüklüğümden beri severim. Kafamda oluşan fikirler ve düşünceler o kadar çok ki, keşke hepsini aktarabilsem. Blogumda kendime sınır koymadım, istediğim konuyu ele almayı ve yeni başlıklar eklemeyi hak tanıdım. Bazı arkadaşlar bunun benim ilerlememde köstek olacağını öngördüler ama aldırmadım. Sadece bayanlara yönelik blog olsun da istemedim. Kendimden bir şeyler paylaşmak, blogumu tanıtmak istedim. Ticari anlamda yükselmeyi  kendime hedef koymadım, ne para ne de ürün meraklısıyım. Katıldığım etkinliklerin arasında da hediyeli olanlar var ama kazanmak için değil, çevremi genişletmek ve yeni bloglar ile tanışmak amacımdı.

Herkesin farklı sebepleri vardır. Para kazanmak isteyenleri de kınamıyorum, kendi kabuğunda kalıp sesi fazla çıkmayanlara da lafım yok. Maalesef aralarımızda çürük elmalar da var, blogunu terk edip gidenler de. 
Onlara diyecek tek bir şeyim var: 
Emek ve gereken hakkı vermeyen er yada geç yok olur, sulanmayan kurumuş ağaç gibi ibretlik kalır....

Sevgilerimle...


KİTAPGÜNLÜĞÜM: Victor Hugo • İdam mahkûmunun son günü






Herkese merhaba,

son zamanlarda farklı kitaplar okuyup hakkında düşüncelerimi paylaşmak isterken Victor Hugo' nun zamanında insanları etkileyen bu yapıtı ilgimi çekti.
Klasik fransız edebiyatın eserlerinden biri olan bu kitap, 3 Şubat 1829 yılında genç Hugo tarafından isimsiz olarak yayınlanmış. 

Hikâyesi ile ilgili ilk baskısının ön sözünde Hugo yazar ile ilgili esrarengiz sözleri ile okuyucuların kafalarında soru işaretleri oluşturmuştur :



"Bu kitap ancak iki şekilde ortaya çıkmış olabilir. Ya aslında bir zavallı, son düşüncelerini farklı boylarda bir tomar kâğıda tek tek dökmüştür; ya da bu fikri fanteziye dönüştürmüş, kendini belki de isteyerek kaptırdığı bu düşünceden bir kitap yazarak kurtulmaktan başka çaresi olmayan, sanat yararına doğayı gözlemekle meşgul bir hayalperest, bir filozof, bir şair ya da böyle biri yazmıştı bu kitabı. Okuyucu bu iki açıklamadan istediğini seçecektir."


3 yıl sonra uzun eklenti ile gerçek yazarın kendisi olduğunu açıklaması pek şaşırtmadı. Sebeplerini ve eserinin yarattığı yerli yersiz spekülasyonlarına açıklık getirmek artık farz olmuştu.
Fransız ihtilali ile popüler olan insaflı infaz makinesi giyotin' in getirdiği acı sonu insanlık dışı, her mahkûmunun sonuna kadar yaşama hakkı olduğunu savunuyor. Yargıya acil reformlar, halkın da mahkûmlara karşı olan tutumlarını değiştirip her an kendileri bu duruma düşebilip geri dönüşü olmayan çıkmaza hükûm edebileceğini göz önünde bulunması gerektiğini belirtiyor. 
Sadece mahkûm değil, ailesi ve çocuklarının da mağdur olup dışlanmaları söz konusu olabildiğini kitabında açıklıyor.
İdam mahkûmlar alay ve eğlence konusu olmaktan çıkmaları gerekiyordu. İnfazları bir kurgu ya da  tiyatro sahnesi izler gibi Greve Meydanında halka her perşembe sunulmaktan vazgeçmek zorundalardı.

Hugo ustalıkla yargılandıktan sonra infaza kadar geçen 6 haftada o insanların içinden geçebilecek duygu ve düşünceleri kaleme almıştır. Sürükleyici ve yer yer ürpertici yazı stili ile duyarlı insanların kendisini o mahkûm gibi hissetmesini sağlıyor.
Nasıl bir histir bu? 
Öleceğin tarihi ve şekli bilmek ama sürekli kurtulma umudunu içinde taşımak? Son yolculuğumuz tek perdelik diyalogsuz tiyatro oyunu gibi kamuoyuna sunulurken, kendimizi sakin ve sessiz celladımıza teslim etmemiz mümkünmüdür? 
Ara ara soğuk terler akıtıp boğazımın düğümlendiğini hissettim. Adeta ana karakter gibi ruhsal dalgalanmaları yaşadım, hafif panik anlar tüylerimi ürpertti. Yüzyıllar sonra hala bu etkiye sahip ya, bu ustalık değil de nedir?

Konu güncel değil ki diyorsunuz.Niye bu kadar darmadağın ediyor ki beni?? Çok mu duygusalım acaba? Kurguya kendimi kaptırmak biraz çocuksu sanki diye düşünüyorsunuz...

Giyotin geçmişte kaldı ama ölüm cezası dünyada hala var. Ülkemizde de zaman zaman geri gelmesini isteyenler de seslerini çıkarıyorlar. Kesilen kafaların haberi korkunç şekilde evimize geliyor, ölümcül olaylar bizi tehdit ediyor. Kana doymayan canavar hala aramızda. 
200 senedir değişen ne var?? 
Şekil değiştirdi. Ama hala birileri yargılayıp, cellatlar kelleyi alıyor ve izleyici Greve Meydanındaki kadar yakın olmasa da bunu alkışlayıp " Oh olsun,haketti!!" diye haykırıp haz duyuyor. Hugo' nun eseri hala güncel bir şekilde, medeniyete ulaşmak için arpa kadar yol almadığımızı adeta yüzümüze vuruyor. İnsanlık olarak utanç vericiyiz. Eğer evrende başka yaşam biçimleri bizi seyrediyorlarsa, hiç tereddütsüz aptallığımıza ve kendimizi yok etmeye harcadığımız çabalara hayret ediyorlardır. 
Duyarsızız ve ucu kendimize dokunmadıkça olaylar pek umrumuzda olmuyor.

Ölüm hayatımızın önüne geçilmez sonudur. Ama kimse buna karar veremez, kimsenin kendi yada başkasının hayatına son vermesinin hakkı yok. Başka bir insanı öldürse bile aynı şekilde cezalanması yaptığını telafi ediyor mu? 
Ya masum ise? Bir komploya yada yanlışlığa kurban gittiyse? Doğrusu ortaya çıkınca bu hatayı nasıl geri alacaksın? Özür dilemekle, iş işten geçtikten sonra adını aklamakla hangi vicdanı rahatlatıyorsun??

Hugo kitabı ile zamanında düşünce devrimi gerçekleştirmiş olabilir, giyotin artık müzelerde o kanlı olayların fosilleşmiş kalıntısı olarak sergileniyor. 
Hümanist girişimi sadece yüzeyde kalmış, demokrasi fikri gibi sadece laflarda yaşayan ama dünyada olması gerektiği gibi uygulanmayan bir dalga olmuş, gerçek hedefine varmamış. 

Eseri bir artçı gibi başyapıtlarının sinyalini vermeye başarmış şüphesiz.İlerleyen yıllarda edebiyata miras bıraktıklarının temeli sağlam ve bence okunması gerekenler arasında yer almasını haketti. 

Kalemine sağlık...


ESSEN & TRINKEN: Rote Paprika in Milchsauce

Hallo Ihr Lieben,

heute hab ich mal eine Frühstücksempfehlung für Euch.
Zur Abwechslung mal Paprika auf diese Weise zu probieren wird Euch sicher gefallen. Ich hab mit scharfen Sachen so meine Verdauungsprobleme und ziehe die milde Variante vor- ohne auf den Paprikageschmack zu verzichten.
Schmeckt auch als Vorspeise oder Zwischenmahlzeit mit einer Scheibe Brot.
Probiert´s mal aus...

Rote Paprika in Milchsauce





Zutaten:


2 rote Paprika
1 grosse, geriebene Tomate
2-3 Esslöffel lauwarme Milch 
Öl,Salz, Thymian, getrocknetes Basilikum

Zubereitung:


Die Paprika waschen und in dünne Streifen schneiden.
Mit etwas Öl auf kleiner Flamme in einer Pfanne dünsten.
Sobald die Paprika weich ist die geriebene Tomate hinzufügen (Tomatensauce geht auch,aber bitte kein Tomatenmark benutzen). Etwas umrühren und danach die Milch hinzufügen.
2-3 minuten auf grosser Flamme dünsten vom Herd nehmen.
Die Gewürze je nach persönlichem Geschmack dazugeben und warm servieren.


Guten Appetit!!!


PS:

Ihr könnt auch statt roter Paprika diverse andere Paprikasorten verwenden, je nach Lust und Laune auch mischen. Ich mache manchmal die Tricolore- Version (rot-gelb-grün einzeln ) und richte diese nebeneinander auf dem Servierteller an.
Man kann auch kleingeschnittene Knoblauchzehen beim Garen hinzufügen, das gibt einen zusätzlichen Geschmackskick.

Türkce versiyonu icin tiklayin: Sütlü kirmizi biber